Almanya krizi için daha fazla diplomasi
Şu günlerde Almanya ile diplomatik bir kriz yaşıyoruz. 16 Nisan referandum sürecindeki Nazi söylemlerine paralel olarak Berlin kademe kademe Türkiye’ye karşı el yükselterek kontrollü bir kriz diplomasisi sürdürüyor. Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel’in 19 Temmuz’da yaptığı açıklamayla farklı bir boyuta taşınan kriz diplomasisi Türkiye açısından ciddi riskler içeriyor. Zira Berlin’in değerlendirmeleri çok açık bir şekilde Ankara’ya savunma sanayii, turizm ve yatırım tehdidi niteliği taşıyor.
Önceki gün Alman basınında gurbetçilere Türkçe mesajlarla seslenen Dışişleri Bakanı Gabriel, bir taraftan Türklerin gönlünü almaya çalışırken, bir taraftan da yeni girişimlerin sinyalini verdi.
Bir kere Türkiye bu yeni durumu geniş bir dış politika perspektifiyle değerlendirmek durumunda. Öyle anlaşılıyor ki bu kriz halini, alışılmış geleneksel söylemlerle geçiştirmek pek mümkün değil. Gelinen nokta dikkate alındığında, şu andan itibaren ilişkilerin durduk yerde kendiliğinden düzelmesini beklemek gibi bir lüksümüz olmadığı anlaşılıyor. Ayrıca biliyoruz ki dış ilişkiler, doğası gereği ‘karşılıklı çıkar’ esasına dayanmaktadır.
***
Hal böyle olunca, bütün ülkelerle olduğu gibi Almanya ile de stratejik dengelerin ötesinde daha çok emek verilmiş bir diplomasi, karşılıklı çıkar dengelerine dayanan ticari münasebetler ve pek çok konuda mesai harcamak gerekiyor.
Unutmayalım, her ülke için bütün dönemlerde iyi ilişki bir zarurettir. Dolayısıyla ülkeler kendi milli çıkarları açısından stratejik imkanlar taşıyan ittifaklar yaparlar ve bunun için de emek harcarlar. Bu ilişkiler için ille de ‘ebedi dost’ ya da ‘ebedi düşman’ tanımı yapmak gerekmiyor. Süreç içinde ülkeler zaman zaman birbirinin ayağına basarlar ama ilişkiler bir şekilde yürür, yürümek zorundadır da... Zira tarihsel tecrübeler göstermiştir ki, bozulan ilişkilerin her zaman bir maliyeti olmuştur.
Hiç tereddütsüz altını çizmekte yarar var; Türkiye, Almanya ile ilişkilerini iyi tutmak zorundadır, Berlin’in son günlerdeki tavırları canımızı sıksa da...
Almanya ile olan ticari kapasitemiz, NATO ortaklığımız, her ne kadar şu günlerde bir bakıma koma hali yaşansa da AB süreci, en önemlisi de bu ülkede sayıları üç milyonu aşan vatandaşımızın yaşıyor olması muvacehesinde bakıldığında eğer ilişkilerimizin bozulmaması gereken bir ülke varsa, bu kesinlikle Almanya’dır.
Çünkü Almanya Avrupa’da en çok ihracat yaptığımız ülkelerin başında gelmektedir. Daha da önemlisi Almanya Avrupa Birliği’nin patronu konumundadır ve birlik içinde yer alan bütün ülkeleri etkileme kapasitesine sahiptir.
Her iki ülke açısından çok istenen bir fotoğraf olmasa da, bugüne kadar dillendirilen karşılıklı siyasi söylemlerin keskinliği, maalesef ilişkileri neredeyse ambargo tehdidine varan bir boyuta taşımış bulunuyor. Evet Almanya FETÖ’cü askerleri vermiyor, PKK’ya karşı sergilediği sempatik tavır fena halde canımızı sıkıyor.
Ama şunu da kabul etmek durumundayız ki, her canımız sıkıldığında belli siyasi ve ekonomik ittifaklar içinde olduğumuz ülkelerle selamı sabahı kesmemiz gerekmiyor. Diplomasi dediğimiz kurum tam da bugünler için vardır ve bu da uzun vadeli bir emek gerektirmektedir. Keşke İncirlik krizi gibi bir durum hiç yaşanmamış olsaydı, ama yaşandı...
Bu açıdan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Körfez ziyareti öncesi hava limanında yaptığı şu değerlendirmeler fevkalade önemlidir: “Bizler NATO’da beraberiz, AB süreci içerisinde müzakereci bir devletiz. Dolayısıyla aramızdaki stratejik ortaklık yeni değil. Uzun zamandır ortaklığımız var. Bu ortaklığa gölge düşürecek herhangi bir adım atılmamalıdır.” Umarız bu tür pozitif mesajlar, ilişkilerin tamiri açısından önemli bir başlangıç olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.