Tabular ve korkular peşimizi bırakmıyor
Özellikle eğitim ve kültür konusunda pek çok sorunumuz var. Her gün oturup eğitimde neden dünya standartlarıyla yarışabilecek bir müfredat bile hazırlayamıyoruz diye yakınıyoruz. Zengin bir kültürel mirasın üzerinde oturmamıza rağmen neden dünya çapında pırıltılı bilim insanlarımız, mimarlarımız, müzisyenlerimiz, romancılarımız yok diye hayıflanıyoruz.
Elbette bütün bunların eğitimde yaşadığımız kalite kaybıyla çok yakından ilgisi var. Her konunun özgürce tartışıldığı, bilim ve sanat alanında yeni gelişmelere ve arayışlara kapı aralayan bir eğitim sistemi inşa edemezseniz siyasetten ekonomiye, bilimden sanata kadar her alanda dünya ile yarışacak nesiller de yetiştiremezsiniz.
Düşünün ki Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan yeni müfredatta ‘evrim teorisi’ olsun mu, olmasın mı tartışması yapıyoruz. Muhtemelen de olmayacak... Ayrıca evrim meselesi olmazsa olmaz bir bilimsel kural da değil. Nihayetinde insanın oluşumuyla ilgili bir akıl yürütme biçimi. Burada esas sorun, bir eğitim tasarımımızın olmaması... Çünkü ne kadar geniş bir yelpazede ne kadar farklı konuları hiçbir komplekse kapılmadan tartışabilirsek, zihinsel yaratıcılığı da o ölçüde beslemiş oluruz.
Maalesef yıllardır, hatta yüzyıllardır bazı korkularımız, tabularımız var, onları bir türlü aşamıyoruz. Kabul etmek gerekiyor ki şu anda bırakın lise eğitimini, üniversitelerimiz bile uluslararası ölçekte kalite ifade eden bilimsel üretimde geri sıralarda yer almaktadırlar.
Yüzyıllardır yaşadığımız tarihsel tecrübelere baktığımızda görürüz ki, Osmanlı’da 16. Yüzyıldan itibaren dini gerekçelerle, Cumhuriyet dönemi ve sonraki yıllarda ise ideolojik ve rejimsel kaygılarla eğitimde bir takım tabuları aşıp ilmi anlamda tekamülü sağlayacak reformcu adımlar atmayı bir türlü başaramadık.
***
Müslüman dünyanın ilmi ve teknolojik alanda gelişmiş dünya ile arasındaki mesafenin neden bu kadar açıldığını anlamak için, Osmanlı’daki medreselerin tarihsel seyrine yakından bakmak sanırım yeterli olacaktır. Düşünün, Osmanlı’da 1331’den 1451 yılına kadar ülkede tam 82 adet medrese açılıyor. Neredeyse günümüzdeki üniversiteler kadar medrese var yani.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra Sahn-ı Seman medreselerini kurar. Eğitim sisteminde köklü değişimler yapan Fatih, pozitif ilimlere büyük önem vermiştir. Bu amaçla Semerkant ve çevresinden devrin büyük bilim adamlarını getirtir. Medreselerde dini ilimlerin yanında Mantık, Hesap, Kelâm, Lugat, Belagat (dil bilgisi), hendese (mühendislik), heyet, İlm-i Hikmet, Tarih, Coğrafya gibi dersler okutulmaktadır.
Kanuni döneminde medreseler bilimsel eğitimde adeta zirveye taşınmıştır. Kanuni sadece tıp eğitiminin verildiği Tıp medresesi ve darüşşifa medreselerine ilaveten riyaziyat (matematik) üzerine de 4 medrese açar. Bunun dışında Hadis ve Kur’an üzerinde akademik çalışmalar yapılması için bir ihtisas medresesi kurdurur. Dahası, Süleymaniye medreselerinde Fatih döneminde olduğu gibi dini ilimler ve mantık dersleri bir arada verilmeye devam etmiştir.
Avrupa’da 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra bilimsel anlamda yeni değişimler yaşanırken, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman dünyada ise akli ilimlere karşı bir soğuma başlar. Osmanlı’da ise 16. yüzyılın ortalarında bir duraklama dönemi yaşanmaktadır. Talihsizliğe bakın ki Avrupa’da bir uyanış yaşanırken Osmanlı’da din dışı diye adlandırılan pozitif bilimler medreselerde kademeli olarak azaltılır. Ve bu sürecin sonunda medreseler sadece Fıkıh ve Arapça dersi verilen eğitim kurumları haline dönüşür, yani pozitif bilimler artık medreselerin gündeminden çıkmıştır.
***
Osmanlı’daki bu ilmi çöküşü Kâtip Çelebi şu trajik ifadelerle veciz bir şekilde anlatmıştır: “Lakin nice boş kafalı kimseler İslam’ın başlangıcında bir maslahat için ortaya konan rivayetleri görüp cansız taş gibi akıllarını kullanmadan salt taklit ile donup kaldılar. Aslını sorup düşünmeden red ve inkar eylediler. Felsefi ilimleri kötüleyip yeri-göğü bilmez cahil iken bilgin geçindiler. Onlar Allah’ın göklerdeki ve yerdeki o muazzam mülk-i saltanatına, Allah’ın yarattığı herhangi bir şeye belki ecellerinin yaklaşmış olduğuna da bakmadılar. Yere ve göğe bakmayı öküz gibi göz ile bakmak sandılar.”
Müslüman dünyanın ilmi ve teknolojik alanda neden bu kadar geri kaldığı herhalde bundan daha veciz ifade edilemezdi. Bugün bile hala ilmi konularla ilgili kafamızın karışık olduğu dikkate alındığında durumumuzun hiç de iç açıcı olmadığı sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.