Şu kıyafet yobazlığından kurtulamadık gitti...
Ne zaman kılık kıyafetle ilgili bir problem gündeme gelse, 1980’li ve 90’lı yıllarda üniversite kapılarında kıyafetle ilgili başlatılan gestapo uygulamalarını, yani başörtüsü için kurulan ‘ikna odaları’nı hatırlıyorum, içim sızlıyor.
Bugün hatırlamak bile istemediğimiz o vesayet yıllarını bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirdiğimizde, başörtüsü yüzünden karatılan hayatları, solan hayalleri görürüz. İşte o günlerde dindar, muhafazakar, liberal ve sol dünyada yer alan insanlar, başörtüsü için oluşturulan bir milyonluk özgürlük zincirinde yer alarak birlikte adalet ve vicdan çağrısı yapmışlardı.
Türkiye o yıllarda ‘sivil itaatsizliğin’ önemini keşfetmiş ve yasakçı iktidarların ilk kez eli ayağına dolaşmaya başlamıştı. Çünkü neredeyse bütün toplum kesimleri bu anlamsız ve vicdansız yasaklara karşı sesin yükseltmeye başlamıştı.
***
Sonunda ‘bin yıl sürecek’ denen 28 Şubat zihniyeti, AK Parti’nin özgürlükçülüğü, insan haklarını ve hukuku önemsediği iktidar yıllarında tarihin çöplüğüne atılmış ve toplum rahat bir nefes almıştı.
Evet bütün bir toplum olarak hepimizi utandıran o karanlık günler artık çok gerilerde kaldı. Ama son günlerde, özellikle insanların yaşam tarzları konusunda bazı ‘yobaz’ tiplerin yüz kızartıcı müdahaleleri doğrusu biraz can sıkıcı.
Mesela iki gün önce Şişli’deki Maçka Parkı’nda bir güvenlik memuru, genç bir kadını kıyafetinden dolayı parktan atmaya kalkıyor. İşin daha da vahim olan tarafı, genç kadının güvenlik memurunun söylediğini iddia ettiği şu ifadeler ki, gerçekten düşündürücü: “Burada böyle dolaşamazsın, insanları rahatsız ediyorsun. Aileler var burada. Sonra tecavüz edince ‘Kim koruyacak’ diyorsunuz.”
Bu nasıl hastalıklı bir zihin yapısıdır bilen varsa beri gelsin. Yıllardır yaşadığımız acı tecrübelere rağmen, insanları kılık kıyafetiyle yargılama yobazlığı bir türlü peşimizi bırakmak bilmiyor. Bir dönem ‘laiklik sopası’ ile hizaya getirilmeye çalışılan toplum, şimdi de kendini dindar sanan din fukaralarının saçma sapan tacizlerine mi maruz kalacak Allah aşkına...
Maalesef günümüz İslam toplumlarında kapsamlı bir dindarlık anlayışı yerleşmediği için temel insan hakları konusunda da yeterli bir bilinç oluşamamıştır. Bu yüzden de kadın ve çocuk hakları, ötekinin özgürlüğünü kabullenme ve çevre duyarlığı gibi temel İslami değerleri içselleştirmede büyük sıkıntılar yaşıyoruz.
Prof. Ali Bardakoğlu hocanın bu konudaki şu tespitinin son derece ufuk açıcı olduğu kanaatindeyim: “Allah hakkı ile kul hakkı arasındaki dengeyi kul hakkını korumaya öncelik vererek kurmak ve kamu hayatını bu sistem üzerine oturtmak gerekiyordu. Bu alanda hala yeterli dindarlık bilincinin oluşmamış ve gerekli adımların atılmamış olması üzüntü vericidir.”
Biliyoruz ki Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in tarif ettiği din teorik ilkelerden ibaret olmadığı gibi, sadece ibadetlerle de sınırlı değildir. Din insan ilişkilerinin tamamını kuşatan, beşeri ve ahlaki davranışlarını tanzim eden ilahi tavsiyeler bütünüdür.
Yani bireysel davranışlarımızın sosyal sorumluluk boyutu da, günlük maişetimizi temin etme de, gündelik hayatımızın davranış kalıplarının şekillenmesi de, diğer insanların hak ve hukukunu gözetme de dinin tarifi içindedir.
***
Dolayısıyla insanların bireysel özgürlükleri konusunda en duyarlı olması gerekenler dindarlardır. Ayrıca bugüne kadar özel hayatlarına müdahale konusunda en çok mağdur olanlar da dindarlardır. Bu yüzden de ‘öteki’nin haklarını anlamada en çok empati yapabilecek olanlar da yine dindarlardır.
Eğer dindarlıkta görselliğin ve şeklin öne çıkmasıyla dinin özünün gölgelendiğine inanıyorsak, İslam’ın ahlak, vicdan ve hukuk anlayışı üzerinde ısrarla durmak zorundayız. Bu anlayış bize hem İslam ahlakını içselleştirmemizi hem de başkalarının haklarına riayet etme erdemini kazandıracaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.