Duyulmuyor, duyulan da çabuk unutuluyor
evgili Taha Kılınç’ın bir ay kadar önce köşesinde “Bir çığlığa cevap olarak…” başlığı altında kaleme aldığı yazıda şu satırlar da vardı:
“Reis’i (devrilen cumhurbaşkanı Mursi’yi) ziyaret etmek mümkün olmadığı gibi, kendisine gazete ve kitap da verilmiyor. Tüm bunların üzerine bir de, kastî olarak tıbbî ihmal ve engellemeler ekleniyor… 3 Temmuz 2013’te gerçekleştirilen askeri darbenin ardından Muhammed Mursi ile birlikte hapse atılan diğer Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân) üst düzey isimlerinin de durumu bundan farklı değil. Sıkış-tıkış hapishane koğuşlarında tutulan, boğucu yaz sıcağında serinleme ve hava alma gibi en temel ihtiyaçlarından bile mahrum bırakılan İhvân üyeleri, seslerini dünyanın -özellikle de İslâm dünyasının- duymamasından şikâyetçi…”
Sözde bir yerli veya yabancı gazeteci casusluk yaptığı için bizde tutuklanıyor, Avrupa ayağa kalkıyor, AB Türkiye aleyhine raporlar hazırlatıyor, müzakereleri durdurmakla tehdit ediyor, her fırsatta yaptıkları aleyhte propagandaya bunu da ekliyor, dünyada kendi çıkarlarına uygun bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.
İslam dünyasında meşru yönetimlere, dış güçlerin onay ve desteklerini alan askerler tarafından darbe ile son veriliyor, bu meşru yönetimlerin yetkili kişileri ya idam ediliyor veya en kötü şartları taşıyan zindanlara atılıyor, işkencelere tabi tutuluyor, haksız yere yıllarca hak ve hürriyetlerinden mahrum ediliyorlar.
Peki, bunlar insan değil mi?
İnsan hakları ifadesinde yer alan haklar, bütün insanlara değil de Batılılara ve onların lütfettikleri bir grup insana mı ait bulunuyor?
Namık Kemal ne diyordu:
Sana senden gelir bir işde ancak dâd lâzımsa
Ümidin kes zaferden gayrdan imdâd lâzımsa
Müslümanlara da yardım ve zafer ancak kendilerinden gelir, lakin “kendileri” kitabın kavlince Müslüman olarak ortada yoklar.
Eğer ortada kitabın kavlince Müslüman olan yönetimler ve halklar olsaydı Mısır’da, Suriye’de, Myanmar’da ve başka yerlerde haksız yere zindanlara atılmış, işkence gören, haklarından mahrum edilmiş insanlar olmazdı.
Eğer kitabın kavlince Müslümanlar olsaydı şurada ve burada ötekinden akıl ve destek alarak referandumlar yaparak veya silaha sarılarak bölünme ve parçalanma yolu tercih edilmez, tam aksine bir yerden ve birkaç parçadan başlanarak birlik peşinde koşulurdu.
Ayrılıkçılar dini, mezhebi, ırkı öne sürerek meşruiyet devşirmek istiyorlar, ama olup biteni biraz daha derinden okuduğumuz ve perdenin arkasını da görür gibi olduğumuzda asıl saikın maddi ve siyasi olduğunu görüyoruz.
Allah’ın bir ümmetin bir parçasına lütfettiği nimeti adalet dairesinde paylaşmak yerine tek başına sahip olmak istiyorlar. Bu nimetlere haksız olarak göz diken ötekiler, büyük lokmayı parçalayarak yemek daha kolay olduğu için ayrılmayı, bölünmeyi telkin ediyor ve destekliyorlar. Bölünen gafiller bilmiyor veya düşünmüyorlar ki, ayrılmanın arkasından el koyma ve yeme faslı gelecektir; bunun nice örnekleri de gözlerin açılmasına yetmiyor.
Müslümanlar olarak mazlumların çığlıklarını ve İslam dünyasının başına örülen çorapları unutmamak, devamlı gündemde tutmak, şikayetlenmek, dua etmek ve elden geleni yapmak borcundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.