Demokrasi İslam’ı gölgelemek için mi icat edildi?
Epey bir süredir bu köşede yürüttüğüm demokrasi tartışmalarına yapılan itirazları özetlemek gerekirse, “Batı icadı demokrasinin faziletlerini anlata anlata bitiremiyorsun, nedir ki bu demokrasi, Peygamberimiz zamanında demokrasi mi vardı. İslam’da ‘Ulu’l Emr’e itaat esastır, gerisi hikâye... Demokrasi ve özgürlük gibi kavramlar İslam’ı gölgelemek için icat edilmiştir.”
***
Evet Hz. Peygamber döneminde demokrasi yoktu, daha doğrusu o dönemde dünyanın hiçbir yerinde demokrasi diye bir kavram yoktu. Çünkü demokrasi modern zamanlara ait bir kavramdır. Yerleşik hayata geçildiği ilk günlerden buyana insanlar krallık yönetimlerini, sultanlıkları, monarşileri, meşruti yönetimleri denemiş ve uzun tecrübelerden sonra en ehven yönetim biçimi olarak demokrasiyi bulmuştur. Kim bilir belki, yüzyıllar sonra daha farklı yönetim biçimlerini keşfedecektir. Şimdi oturup varsayımlar üzerinden konuşacak halimiz yok.
İslam-demokrasi, İslam-siyaset ilişkisini tartışırken bir gerçeğin altını çizmekte yarar var; bir kere İslam’ın demokrasi, krallık, sultanlık ya da padişahlık gibi bir talebi yok. Dinin istediği adaletin, hukukun tesis edilmesi, zulmün ortadan kaldırılması, insanların haklarının ve özgürlüklerinin teminat altına alınması ve insanlar arasında hiçbir ayrım yapılmadan herkese eşit davranılmasıdır.
Dolayısıyla dini perspektiften yönetim biçimlerine bakarken, bu temel doğrular esas alınmak zorundadır. Yüzyıllar içinde yaşanan tarihi tecrübeler göstermiştir ki, maalesef İslam toplumlarına hakim olan krallık ve sultanlık yönetimlerinde adalet, hukuk ve özgürlük gibi değerler gelişememiş ve giderek bu yönetimler ağır bir despotizme dönüşmüştür.
Oysa günümüzdeki demokratik düzen, güçler ayrılığı ilkesine dayanan, yönetim erkini denetleyen, dengeleyen sağlam bir hukuki zemine ve yasama güvencesine sahiptir. Çok açıktır ki demokratik sistem bütün yönetim modelleriyle kıyaslanamayacak ölçüde despotizme, tek adam yönetimine ve parti sultasına kapalıdır. İşte demokrasinin savunduğu bu değerler, İslam’la da uyum halindedir.
Gerek bütün İslam tarihi boyunca, gerekse günümüzde bazı ulema ve siyasi elitler her vesileyle “Ey inananlar! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin” ayetindeki “Ulu’l Emr” ifadesine atıf yaparak devlet başkanlarına neredeyse koşulsuz itaati savunmuşlardır. Iraklı entelektüel ve alim Ahmet el Katip’in bu konudaki yorumu son derece dikkat çekicidir: “Buradaki ‘itaat’in Kitap ve Sünnet’e uyan, adalet ve takva sınırlarını aşmayan konularda geçerli oluşuna rağmen yine de Ehli Sünnet alimleri buradaki ‘Ulu’l Emr’ ifadesini sadece ‘yöneticiler’ anlamına hasretmiş, adalet ve Şura’ya dikkat edip etmediklerine bakılmaksızın yöneticilere; yasama, yürütme, yargı, savaş ve barış kararı vb. tüm konulardaki karar ve uygulamalarında koşulsuz ve sınırsız yetki tanımışlardır.”
***
Hal böyleyken, bugün Müslümanların tarihsel süreç içinde büyük ölçüde de Emevi ve Abbasi yönetimlerinde şekillenen geleneksel İslam kültürünün kalıplarıyla düşünmekte ısrar ederek ne Müslümanca bir dünya kurmaları, ne de çağımızın sorunlarına cevap verecek bir yönetim modeli oluşturmaları maalesef mümkün değildir.
Dinin adaleti, hukuku temel alan, insan haklarına ve özgürlüklere riayet eden bir yönetim modeli istediği apaçık ortadayken, günümüzdeki İslam ülkelerinin dinin emirlerinin hilafına despotik yönetimler oluşturmaları kelimenin tam anlamıyla bir zillet halidir. İşin en dramatik tarafı da, özgürlüklerin olmadığı, baskıların hayatı çekilmez hale getirdiği İslam ülkelerinde, bazı eksikliklerine rağmen günümüzün demokratik sitemine karşı yapılan öfkeli eleştirilerdir. Sanırsınız ki, İslam toplumlarında insanlar özgürlük ve refah içinde yaşıyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.