Dava ve siyaset (2) Hangisi araç, hangisi amaç?
Bir seçim gezisindeydik. Seçim otobüsünde Başbakan Erdoğan konuşuyordu. Biz de otobüsün içinde, bir grup siyasetçiyle oturuyorduk. Cemil Çiçek ile her zaman tatlı bir atışmamız olurdu. Devlet ve siyaset tecrübesini önemser, konuşturmaya çalışırdım. Konu dava, etik, ilke ve siyaset ilişkisine geldi nasıl olduysa. Şunu dedi bana:
“Eğer dava, ilke, prensip gibi dertlerin varsa, bir vakıf ya da dernek kur, o işlerle uğraş. Bunları düşünerek siyaset yapamazsın. Siyasetin kendi kuralları vardır”.
Bu söz, o gün zihnime çok derin işledi.
Aslında siyasetle ilgilenmeye başladığımdan beri, ahlak ve siyaset, dava ve siyaset, din ve siyaset konuları kafamı hep kurcaladı.
ZOR VE DUYGUSAL BİR KONU
Zor bir konu olduğunu biliyordum. Dün yazdığım ‘dava nedir?’ yazısına gelen mesajlardan bunun aslında birçok kişinin kafasında tartışılması gereken zor bir konu olduğunu anladım.
‘Dava nedir?’ tanımından başlayarak, aslında içinde bulunduğumuz durumun izaha ve yeniden yorumlanmaya muhtaç olduğu aşikar. Hele, dava ve siyaset ilişkisini tanımlamak, yerli yerine oturtmak daha büyük bir sorun. Zor bir durum zira, işin içinde ömrümüzün tam ortasında yer alan bir mücadelenin duygusal etkileri çok fazla. Duygusallık da meseleyi rahatça konuşmayı ve tartışmayı engelliyor.
Yine de denemeliyiz.
DAVA VE SİYASET İLİŞKİSİ İLK KURBANLAR
Türkiye’de siyasete dava duygusu katan üç parti vardır.
Muhafazakar dünyada Necmettin Erbakan Milli Nizam Partisi ile, ülkücü camiada Alparslan Türkeş Milliyetçi Hareket Partisi ile, solda (daha farklı bir üslupla da olsa) Nihat Sargın ve Mehmet Ali Kutlu Türkiye Komünist Partisi ile bu konuda önderlik etti. Ülkücü ve sol hareketlerin durumu başka bir yazı konusu. Muhafazakar dünyaya odaklanalım.
İskender Paşa camiasının dini önderi Rahmetli Mehmet Zahit Kotku’nun öğrencilerinden olan Turgut, Korkut Özal ve Necmettin Erbakan’a siyasete girme izni verildiğinde, aslında sürdürdükleri davalarına destek olması için siyaset yapmalarına müsaade edilmişti. Yani siyaset, dava için bir araçtı Kotku için.
Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki tüm dini hareketler için durum aslında aynıydı: Siyaset, davanın bir aracıdır. Sadece siyasi partiler değil, vakıflar, dernekler, organizasyonlar da aynı durumdadır bu anlayışa göre.
Dava ise (muğlak da olsa) daha ulvi, daha kutsal, daha uhrevi ve daha üst bir kimliğin ifadesi olan mücadele yoludur. Bu yolun nasıl ilerleyeceği ve nasıl şekilleneceği ise davanın önderi/lideri tarafından belirleniyordu.
CAN ALICI SORU
Mısır’da İhvan, Pakistan’da Cemaati İslami, Tunus’ta, Nahda, Lübnan’da Hizbullah, Cezayir’de FİS, Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi, dava ve siyaset arasında gidip gelen, zaman zaman sıkışan, bazen başarılı, bazen de başarısız olan hareketlerdir.
Tüm hareketler için can alıcı soru şuydu:
‘Davanın ilkeleri, siyasetin kuralları vardır. Peki ikisi birbiriyle çelişirse ya da çakışırsa ne olur? Hangisini tercih etmek gerekir?’
Bu soruya tüm hareketler, “elbette davanın ilkeleri geçerli olur” diye cevap verdi. Ama sadece prensipte. Realitede ise bu kural işlemedi. Bunun en tipik örneği İhvanı Müslimin hareketinin içine düştüğü durumdur.
İhvan, ‘dava’ kavramını tüm İslam dünyasına yayan fikir ekolüdür. Ancak yıllarca emek verdiği hareketlerinin siyasette yaşadığı açmazları ve tıkanıkları bir türlü aşamadılar. Siyasetin doğası, davanın ilkeleriyle çakıştı ve İhvan bunu çözecek formüller bulamadı. Ayrıca siyasi liderlikle, davanın liderliği farklıydı. Sonunda İhvan ve kurduğu parti, Özgürlük ve Adalet Partisi acı bir şekilde kaybetti.
ERBAKAN HOCA İLE BAŞLAYAN GELENEK
Milli Görüş hareketi dünyada bu konuyu başarıyla çözümleyen hareket oldu. Rahmetli Erbakan, Zahit Kotku’nun ölümünden sonra davanın önderliğini ve siyasi liderliği kendi uhdesinde birleştirmek istedi. Bu yüzden de davanın önderliğini (şeyhliğini) yapan rahmetli Esat Coşan ile yolları ayrıldı. Esat Coşan, Erbakan’a isim vermeden, “tekkeyi terk eden müridi mürtetlere yazıklar olsun” dedi.
Erbakan Hoca, dava ve siyaseti şahsında birleştiren, ‘siyasi ve manevi bir lider’ olarak yoluna devam etti. Ancak daha sonra Refah Partisi’ndeki kötü gidişatı eleştiren ve partiden ayrılan, Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını, bu kez kendisi, ‘davaya ihanet etmekle’ suçladı.
DAVA İÇİN SİYASET YAPMAK DOĞRU MU?
Tüm bunları şunun için anlattım. Siyasetin pratik seyrine baktığınızda dava ve siyaset ilişkisinin sancılı olduğu görülür. Can alıcı sorunun, ‘dava ve siyasetin kuralları çakıştığında ne yapılır?’ sorusu halen bazıları için cevapsızdır. Ancak benim kişisel cevabım nettir: Dava ve siyasetin ilkeleri çakıştığında, pratikte her zaman siyasetin kuralı geçerli olmuştur.
Soğuk kanlı şekilde düşünelim.
Davanın manevi ilkeleri, siyasi partilerin rasyonel tüzükleri vardır. İkisinin doğası ve genetiği farklıdır. Bir siyasi parti, (zaten tanımı muğlak olan) ‘davanın’ tek başına sahibi olamaz, olmamalıdır. Dava için siyaset yapılması da, siyaset için davanın kullanılması da doğru yöntemler değildir. Muhafazakar camiada yaşanan kafa karşılıklarının ana sebebi burada gizlidir.
İslamcıların partiden tasfiyesi tartışmalarında Erdoğan’ın söylediği, “tekkeye mürit aramıyoruz” sözü aslında son derece rasyonel bir gerçeğe vurgu yapar. Yani parti ‘tekke’, üyeleri ‘mürit’, genel başkanı da ‘şeyh’ değildir.
Daha fikirsel bir iddiayla konuyu bitireyim:
Dava metaforu, aslında İslam fikriyatını daraltmanın ve politize etmenin ilk adımıdır. Bunu bir de siyasi partinin içine giydirmek, hepten içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır ki, İslam dünyasının yaşadığı sorun da budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.