Nereye koşuyorsun?
Halkımızın dayatılan modalara uyar gibi yapıp dalgasını geçişi var ya...
Bayılıyorum.
Geçen pazar orta ve üst sınıf beyaz yakalılar Avrasya Maratonu'nda "şu hayır işi için, bu dava için koşuyorum" diye yırtınırken...
Onlar uzak şehirler ve semtlerden gelip köprünün tam orta yerinde kahvaltı sofrası kurdular.
Baktım...
Beyaz yakalılar en şık koşu kıyafetleriyle birbirlerini görüntüleme telaşındayken, onlar küçük bir masa kurmuş, üşenmeden yanlarında taşıdıkları plastik kaplardan böreklerini çıkartıyor, termoslardan kâğıt bardaklara çay döküyorlardı.
Eh, haksız da sayılmazlardı.
Nitekim aralarından biri tv kameralarına da söyledi: "Her zaman yakalanacak bir fırsat değil,şükür ki şimdi bu manzarada kahvaltı yapıyoruz!"
***
Maraton falan işin hikâyesi...
Aslına bakarsanız, bu küresel bir moda, bir toplumsal motivasyon bahanesi, hatta bir tür beyin yıkama!
Avrasya Maratonu'na da 125 bin kişi katılmış. Sanırsın hepsi kan ter içinde koşmuş. Tabii ki, hayır! Gerçek atlet koşucular beş bini bile bulmuyor.
Bu dünyanın her yanında böyle...
Çok kestirmeden söylersem...
Günümüzün hiperaktif kitlelerini "Yahu deli miyiz biz, neye yarıyor bunca hız, bunca çaba?" diye sordurmamak için bu yolla koşturuyor.
Bahanesi (anlamı) hazır!
Yardım, hayır işi...
Sanki koşmadan yapılamazmış gibi...
***
Önce "jogging" modası vardı, malum.
Parklarda, caddelerde "ter atmak, fit kalmak, kafa dağıtmak" gibi gerekçelerle hafif veya orta tempoda koşan insanlar...
Zihinler bu moda yoluyla "boş boş" koşmaya şartlandırıldı.
Oysa "koşmak" en kritik eylemlerimizdendir:
Esasen ya kaçmak, ya yakalamak için koşar insan.
İşte tam bu noktada iş "jogging"den maraton modasına döndürüldü.
Koşmanın hazzı giderek "acı çekmeyi göze alma" noktasına, modern çileciliğe dönüştürüldü.
***
Sonuç olarak...
İnsan için "quo vadis/nereye gidiyorsun?" sorusu önemlidir.
Nereye koşuyorsun diye soran yok artık.
"Niçin koşuyorsun?" sorusuna uyduruktan da olsa bir cevap bulduysak yetiyor. (Bizim için daha önemli olan "fe eyne tezhebun" sorusuna hiç girmeyeyim!)
Anlayacağınız, bu maraton modası falan masum işler değil.
Yarın bu meseleye "beden politikaları" ve duygular açısından da bakmaya çalışacağım.
Tabii bir de maraton hastası Haruki Murakami falan var, ona da değiniriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.