Mağdurlar da var ama…
Ülkemiz 15 Temmuz’da, Allah’ın inayeti ve kusurlarımız olsa da halkımızın manevi değerlerine bağlılığı, bu çerçevede hakkı batıldan ayırma kabiliyetleri sayesinde büyük bir badirenin, felaketin, ölçüye sığmaz bir zararın eşiğinden döndü. Öyle anlaşılıyor ki, eğer bu hain darbe teşebbüsü başarılı olsaydı katliam ölçüsünde can kaybı, telâfi edilemez mali zararlar ve daha önemlisi ülkenin bölünüp parçalanması, geride kalacak parçanın da sözde bağımsız, aslında iri devletlerden birine bağımlı hale gelmesi gibi felaket sonuçlar doğuracaktı.
Kendilerine yönetim sorumluluğu emanet edilmiş olan iktidarın bir daha böyle bir felaketin başımıza gelmemesi için azami tedbir ne ise onu alması kaçınılmaz hale gelmiştir. İşte bu sebeple iktidar, bu felakete sebep olanları etkili mevkilerde ve durumlarda tutmanın, uzun zaman isteyen soruşturmalardan ve muhakemelerden sonra suçu sabit olanları cezalandırmanın tedbirsizlik olacağına karar verdi; önce şüphelileri tesirsiz konuma getirmeyi (açığa alma, ihraç, tutuklama gibi tedbirler almayı), gerekli inceleme, araştırma ve icap ediyorsa muhakemeden sonra suçsuz olanların haklarını vermeyi tercih etti.
Bu tercihin bazı mağduriyetlere de sebep olacağında şüphe yoktu; ama kamu yararı, ülke ve toplum varlığının tehlikeye atılmaması zorunluluğu bireylerin zarar ve mağduriyetinden önce geliyordu.
Açıklamaları ve olayları takip ederek vardığım sonucu özetlemiş oldum. Bunu da durup dururken yapmadım. Sayısız mektup alıyorum ve sağlık şartlarım elvermediği için insanlarla fazla temasım olmasa da zaman zaman kulağıma mağduriyet hikâyeleri ve şikâyetleri geliyor. Son olarak beni tanımayan biri genç, diğeri orta yaşlı, ikisi de kısa sakallı ve dindar oldukları anlaşılan iki kişinin konuşmalarına şahit oldum.
Biri şöyle dedi:
-Filan askeri birliğe 79 defa telefon edilmiş, bu yüzden 79 astsubayı ihraç etmişler.
Diğeri:
-Bu darbeyi yapanlar ve yaptıranlar bu iktidarın adamları değil mi? Niçin bunlar değil de onlar cezalandırılıyor?!
Ben bir deneme için söze karıştım; birincisine, “Böyle bir şey olmaz, abartılıyor…” dedim, ikincisine de, “O darbeyi yapanları ve destekleyenleri, liderleri olan şahıs yarım asra yakındır eğitiyor ve hazırlıyor, bu on beş yıllık iktidarı nasıl suçlayabiliyorsunuz” dedim. Konuşma bu minval üzere bir süre devam ettiyse de muhataplarımı ikna edemedim ve düşündüm: Bunlar acaba mağduriyet propagandası yaparak asıl suçluları ve suçu ikinci plana atmak üzere faaliyet gösteren kesimin adamları mı, bir başka partinin bağnaz üyeleri mi, algı ve propagandanın tesiri altında kalarak akıllarını kullanamayan sıradan vatandaşlar mı?
Böyle düşündüm çünkü bu üç grubun da var olduğunu biliyorum.
Ateş düştüğü yeri yakar; geçekten bu cinayet grubu ile bağlantıları ve belli bir tarihten sonra onlara destekleri olmadığı halde ya iftiraya dayalı jurnallerle veya başkaca sebeplerle açığa alınmış, ihraç edilmiş, tutuklanmış kimseler vardır ve bunların durumuna üzülmemek, bir an önce hürriyet ve haklarına kavuşmalarını istememek, bunun için yapılabilecek bir şey varsa bunu yapmaktan geri durmak vicdansızlık olur. İlgililer ve sorumlular iki şeyi acilen yapmalıdırlar:
1. Jurnalcilerin, suçladıkları ve haklarında belge düzenledikleri kişiler ile geçmişteki ilişkileri de incelenmelidir.
2. Dosyalarına göre suçluluk ihtimalleri zayıf veya suçları sabit olması halinde hafif olanlar adli kontrol şartıyla tahliye edilmelidirler. Bunun için de özel komisyonlar bir ön inceleme yapmalıdırlar.
Tedbir gereklidir ama geciken adalet de adalet değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.