Asi çocukların müziği
Romantik devrimcilerin hikayesi birbirine benzer. Metin Yüksel, Akıncıların/İslamcıların, Deniz Gezmiş solcuların genç yaşta yitirdiği, sonradan idolleştirdiği iki gençti. İkisinin de ‘rejimle’ sorunu vardı, asi çocuklardı. Tüm asi çocukların ağabeyi, duvarlara asılmamış posterleriydi.
Ne hüzünlüdür ki, bu asi çocukların yüzlercesi, binlercesi, ‘rejimle, TC ile, devletle’ hesaplaşma adına yitip gitti.
Devletin çocuklarına neden bu kadar haşin, acımasız davrandığını sonradan devlette çalışırken anladım. Bir baba gibi, kendisine itiraz edilmesini, hele isyan edilmesini hiç sevmiyordu ‘devlet baba’.
Ancak nedir bunca gencin hayatına mal olan, onları hapislerde çürüten, yasaklı, sakıncalı yapan suç? Bu gençlerin istekleri neydi?
O heyecanlı göğüslerinde, çoğunun sloganlaştırdığı ama içini tam dolduramadığı tutkulu idealleri vardı. ‘Özgürlük, eşitlik, hakkı hakim kılmak, emeğin iktidarı, İslam’ın hakimiyeti, Turan devleti…’
Nice genç bu sloganlar uğruna devletin acımasız tokadını yedi.
‘Ceberut devlet baba’ algısı taa Yetmişli yıllardan kalmaydı ve sebebi bizim ağabeylerimize acımasız davranmasından geliyordu.
‘Seksen kuşağı’ denen, benim yaşımdaki gençler, o ceberut hikayeleri dinleyerek, sonradan da polis copu, tekmesi yiyerek büyüdü.
İşte o günlerde Ahmet Kaya ile tanıştık. O şarkılarda nedense kendi çocukluğumuzu, gençliğimizi bulduk:
“Hani benim sevincim nerde?
Bilyelerim topacım
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim.
Çaldılar çocukluğumu habersiz.
Penceresiz kaldım anne,
Uçurtmam tel örgülere takıldı
Hani benim gençliğim nerde?”
Aslına bakarsanız, sağın, solun, İslamcıların tarihinde çocukluğuna, gençliğine doymamış, kendini birden mücadelenin, kavganın ve davanın ortasında bulmuş binlerce gencin hikayesi ortaktır. Ortak olduğumuz bir başka şey de müzikti. Aslında çaktırmadan, Ahmet Kaya’da birleşmiştik hepimiz. Gizliden dinliyorduk şimdi tedavülden kalkmış kasetleri.
İnsanın doğasında var demek ki. Ne kadar sert ideolojilere, örgütlere sahip olursanız olun, müziğe ve sanata ihtiyaç duyuyorsunuz. Bizim mahalle (Ömer Karaoğlu kızmasın), şöyle göz yaşımızı, yüreğimizdeki acıları ve isyanımızı ortaya dökecek, dünyaya haykıracak müzikler yapamadı. Öyle sanatçılarımız, bestekarlarımız da çıkmadı.
O yüzden biz gizliden Ahmet Kaya’yı dinlemeye başladık. Rutubetli öğrenci evlerinde, sigara kokan odalarımızda, stereo Grundig teyp çalarda kum gibi akıp gittik Ahmet Kaya türküleriyle:
“Yan yana geçen geceler unutulup gider mi?
Acılar birden biter mi?
Bir bebek özlemiyle seni aramak var ya
Bu hep böyle böyle gider mi?...
Kendine iyi bak, beni düşünme
Su akar yatağını bulur.”
Suyu arayan adamların hikayesi bu topraklarda çok eskiydi. Biz de sanırım onların son kuşağıydık. Bazıları Ahmet Kaya’yı dinlememizi yadırgardı bu yüzden. Gizliden dinlememizin sebebi de buydu. Sonra Zülfü Livaneli eklendi kaset çalarımıza. Ardından Cem Karaca… Dikkat ettiyseniz hep ideolojik yanımızı besleyecek seçimlerdi bunlar.
Kardeş Türküler, Neşet Ertaş ve derken Sezen Aksu ile bu tabuları yıktık. Bob Dylan ve Joan Baez ile birlikte de yurt dışına açıldık.
Diyeceğim o ki, Ahmet Kaya müzik dünyasına girişimizin kapısıydı.
Ahmet Kaya’yı meşhur eden parçası, ‘Yorgun Demokrat’tı. Orada davalarına adanmış solcuların sonradan bulundukları dramatik hal anlatılır.
Sanırım bu parça, bugün bizim mahalleye uyarlanacak halde.
“Şarkılar küsmüş dudağa
Ömründe gecikmiş hasat
Karışmış çoluk çocuğa
Geçim derdinde demokrat
İçlenir hatırladıkça
İzlerini o günlerin
Düşe kalka bata çıka
Yaşadığı o depremin
Bu yolda dönenler oldu
Mum gibi sönenler oldu
Yar göğsüne baş koymadan
Vurulup düşenler oldu
Bir sen kaldın geride
Ah akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni
Artık susma yorgun demokrat
Allah Rahmet etsin, Ahmet Kaya’nın dün ölüm yıldönümüydü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.