Kendi içine akan bir nehir Behçet Necatigil
Bazen yaşadığımız zor dönemlerin imkansızlıklarından ve çaresizliklerinden kurtulmak için şiirin hayatımıza yeni pencereler açan, yeni imkanlar yaratan o muhteşem dünyasına sığınırız. Dışarıdan bakanlar bu hali çoğu zaman haklı olarak bir kaçış olarak değerlendirirler. Ne zaman şiirin, sanatın ve edebiyatın, hayatın merkezi olduğunu ön plana çıkaran bir yazı kaleme alsanız, “Dünyada bu kadar acı varken, memleket derin problemlerle boğuşurken şiirle mi uğraşacağız” benzeri eleştirilere muhatap olursunuz.
Oysa şiir tam da böyle zamanlar için gereklidir ve hayati bir öneme sahiptir. Özensiz, saldırgan, her türlü vahşetin altına imza atan, yıkan, entrikalar kuran insanoğlunun hesaplarına karşı ayakta kalabilmek için direnme gücü sağlar aynı zamanda şiir...
***
Her sabah doğacak tertemiz güneşi yeniden selamlayabilmek için şiirin ırmaklarında sabır talimidir çünkü şiir... Güzelliklerin hırsızı olan öfke ve nefret diline karşı hayatın anlamını ve hikmeti keşfetme işidir şiir...
İşte tam da bu yüzden, Mehmet Akif’in /Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?/ /Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!/ mısralarında olduğu gibi umutsuzluğa ve çaresizliğe düştüğümüz anlarda şiirin limanlarına sığınmaya o kadar ihtiyacımız var ki... Dolayısıyla şiire ihtiyaç hissetmek, yaşadığımız dünyanın zalimliklerinden bir kaçış değil, tam aksine yüreğimizi daha da zenginleştirerek modern dünyanın harami güçlerine karşı daha güçlü olmamız için yeni bir imkandır.
İşte bugün sizi, hayatın içinde şiirleri bir bakıma ‘sadeliğin zaferi’ olan Behçet Necatigil’in mısralarına çağırıyorum. Necatigil’in şiiri o kadar hayatın içindedir ki, adeta kendi içine akan bir nehir gibidir. Onun şiiri hiçbir zaman bağırıp çağıran bir şiir olmamıştır. Berrak bir su gibi tertemiz akıp gider yanıbaşınızdan... Gökyüzündeki bulutlar gibidir, göz kapaklarınızın ritmi kadar doğaldır, uykudaki bir bebeğin hali kadar masum ve güzeldir.
Necatigil’in şiirleri aramızda dolaşır, bizimle sohbet eder, arada bir sessizce omzumuza dokunur, bazen yüzümüzde bir tebessüm, bazen de kalbimizin kıyısından bir sızı gibi akıp gider. Onun mısraları kollarıyla sıcacık sarar ve adeta fısıldar gibi yalnızlıkları, çaresizlikleri, ayrılıkları, aşkı ve ölümü anlatır. Hayatı yalın ifadelerle derinlikli anlatır, tıpkı ‘Gizli sevda’ şiirindeki şu mısralar gibi:
/Mesutmuş, kocasını seviyormuş.
Kendilerinmiş evleri...
Bir suçlu gibi ezik,
Sana selam söyledi./
***
Necatigil’in şiirlerinde Divan şiidini, halk şiirini ve doğu mitolojisini kullandığını belirten Doç. Dr. Özlem Fedai
“Fuzuli, Hayyam, Baki, Yunus’a göndermeler yaptığını görüyoruz. Necatigil’in şiiri 3 aşamadan oluşuyor. Bunlar Gurbet, Hasret ve Hikmet. Gurbeti arayış, hasreti ise bulmak ve hikmeti de geri dönüş olarak tanımlayabiliriz” diyor.
Eminim ki Necatigil’in ilk şiirlerinden olan ‘Akşamlar, savaş sonu’ adlı şiirini severek okuyacaksınız:
/Güneş dağın ardına
Ateş kanıma düştü.
Gölgeler duvarlara
Elim yanıma düştü.
Secdelerdeymiş Allah
Bulmak anlıma düştü.
Bedbaht kulu teselli
Artık Tanrıma düştü./
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.