Zehirli ağacın meyveleri
Türkiye yargısında tuhaf olaylar dizisinde dünün manşeti Alman Die Welt gazetesinin Türk asıllı Alman vatandaşı muhabiri Deniz Yücel’in bir yılı aşkın süredir yazılamayan iddianamesinin Başbakan Binali Yıldırım’ın Almanya ziyareti sırasındaki açıklamalarının ardından yazılıp, hakkında aynı gün tahliye kararı verilmesiydi.
Ama günün tek tuhaf yargı gelişmesi bu değildi.
Aynı gün Ankara ve İstanbul’daki iki ayrı davada savcının verdiği mütalaanın ardından sanıklar son savunmalarını yaptılar.
Ankara Sincan’da 60 sanık için ağırlaştırılmış müebbet istenen dava, 21 yıl önceki 28 Şubat darbesinin yargılandığı davaydı.
Bir sene ve üzerinde tutuklu yattıktan sonra tahliye edilmiş yaş ortalaması epey yüksek olan sanıklar arasında emekli orgeneral, general ve albaylar var.
Dört sanık altı yıldır devam eden yargılama sırasında vefat etti.
Dün son sözlerini söylemek üzere Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı (86) kürsüye çıktı, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in de karardan önceki son sözlerini söylemesi bekleniyordu.
http://aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/28-subat-davasinda-60-saniga-agirlastirilmis-muebbet-istemi/1010901
Tuhaf bir tesadüf.
Aynı saatlerde İstanbul Silivri’deki davada ise son savunmaların ardından,28 Şubatçı askerlerle aynı suçlamalarla yargılan ve yine haklarında ağırlaştırılmış müebbet istenen sanıklar hakkında mahkeme kararını açıkladı.
Ahmet Altan (68) (65) ve Nazlı Ilıcak’’ın (74) aralarında olduğu altı sanığa “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi.
(Bu davanın iddianamesine ilişkin daha önce bu köşede çıkmış değerlendirme için http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/kanaat-notuyla-tutuklugun-devamina-5950)
Tuhaf tesadüf çünkü haklarında dün Ankara ve İstanbul’da ağırlaştırılmış müebbet istenen bu isimler, 20 yıl önceki gizli bir askeri belgede de yan yana gelmişti.
Ve ortada yine bir kanaat mühendisliği vardı.
21 Nisan 1998 tarihli gizli belge, “Genelkurmay İstihbaratı Dairesi”nden, “Komutan Katına” yazılmıştı ve adı “Güçlü Eylem Planı”ydı. Ya da kamuoyunda bilinen adıyla “Andıç.”
Şöyle başlıyordu:
“TSK’nın başarılı bir operasyonu ile yakalanan üst düzey teröristlerden biri olan Şemdin SAKIK’ın sorgulanması sonucu alınan ifadelerin psikolojik harekat ve basın uygulamaları açısından değerlendirilmesi maksadıyla; ilgi (a) emirle çalışma grubu teşkil edilmiş ve bu grup tarafından uygulama zamanlarını ihtiva eden bir eylem planı hazırlanmıştır”
Psikolojik harekatın hedefinde Fazilet Partisi, HADEP gibi siyasi partiler, İHD gibi dernekler, işadamları ve bir grup gazeteci vardı.
Gazetecilere yapılmak istenen şöyle anlatılmıştı:
"Adı geçen gazetecilerin kamuoyunda saygınlığının azaltılması ve itibarının düşürülmesi ile terör örgütüne sağladığı dolaylı destek ile ilgili aleyhlerine kamuoyu oluşturulması.”
Peki nasıl yapılacaktı bu:
“Örgütün para ile her şeyi kendine müzahir gazetecilere yaptırdığının gazete sahipleri, seçilen köşe yazarlarına ve televizyonlara aktarılması. Televizyonlarda basın ahlak yasası açısından konunun tartışılmasının sağlanması.”
Belgenin altında dün Sincan’daki 28 Şubat davasında müebbetle yargılanan iki kişinin ismi vardı: Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir (79) ve Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Fevzi Türkeri. (77)
Peki kimdi bu andıçlanan gazeteciler:
“Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Yalçın Küçük, Yaşar Parlak, Mahir Kaynak, Mahir Sayın ile ilave edilmesinin fayda sağlayacağı değerlendirilen gazeteciler (Yavuz Gökmen, Altan Kardeşler gibi)”
Andıç, 20 Ekim 2000 tarihinde Yeni Şafak gazetesinin sürmanşetinden açıklandı. Haberin altındaki imzanın sahibine de dün müebbet hapis cezası verildi: Nazlı Ilıcak.
https://www.yenisafak.com/arsiv/2000/ekim/21/nilicak.html
Bir kaç gün sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu belgeyi dolaylı olarak doğrulamıştı.
Andıç da sadece kağıt üzerinde kalmamıştı.
26 Nisan 1998 günü Sabah, Hürriyet ve Kanal D haber Şemdin Sakık’ın ifadeleri üzerinden andıçtaki isimleri suçlayan birbirine benzer haberler yapmışlardı.
http://web.archive.org/web/20120308044221/http://webarsiv.hurriyet.com.tr:80/1998/04/26/40102.asp
http://web.archive.org/web/20130303022822/http://arsiv.sabah.com.tr:80/1998/04/26/r01.html
Hikaye burada da bitmedi.
Andıçta PKK ile işbirliği içinde gösterilen gazeteciler gazetelerinden ve televizyonlarından kovulmuşlar, İHD başkanı Akın Birdal’a suikast düzenlenmişti.
Andıçta PKK ile işbirliği içinde gösterilmesi tavsiye edilen Fazilet Partisi ise 28 Şubat havasının devam ettiği 2001 yılında kapatıldı. Partinin sadece iki milletvekiline beş yıl siyaset yasağı getirilmişti: Bekir Sobacı ve Nazlı Ilıcak.
Nazlı Ilıcak’ın suçu hem andıcı yayınlamak hem de yemin töreninde başörtülü ilk vekil Merve Kavakçı’nın yanında durmaktı
28 Şubat’ın üzerinden 21 yıl geçti. O günlerden bugüne aynı kalan çok az şey var.
O günlerde 28 Şubat’ı sessizce izleyen ve ardından iktidara gelip 28 Şubat uygulamalarını sürdüren MHP, bugün 28 Şubat’ın mağduru olmuş Refah Partisi’nden yetişmiş siyasetçilerin kurduğu AK Parti’ye yakın, 28 Şubat günlerinin İçişleri Bakanı, bugün 28 Şubat davasında yargılanan bir paşanın alenen tehdit ettiği Meral Akşener ise muhalif.
28 Şubat günlerinde devrim kanunları uygulansın kampanyası yapan Aydınlık çizgisine göre “yargı altın çağını yaşıyor”, Refah Partisi’nin mirasçısı Saadet Partisi ise yargıyı sert biçimde eleştiriyor.
Andıçlanan, gazetesinden kovulan Mehmet Ali Birand, Yavuz Gökmen, Mahir Kaynak artık hayatta değiller.
Andıçlanan isimlerden Cengiz Çandar yurtdışına gitti. 28 Şubat mahkemelerinde başörtülü öğrencilerle yargılanan Ahmet Taşgetiren, EMASYA planını ortaya çıkan Ali Bayramoğlu, askerlerin mektuplu protesto kampanyası yaptığı Gülay Göktürk, postmodern darbe linçine katılmayan, eleştirel yazılar yazan Fehmi Koru, Ruşen Çakır gibi isimler bugün gazetelerde yazamıyor.
Ve son olarak 28 Şubat döneminde andıçlanmış Ahmet Altan, Meclis’in darbeler komisyonunda 28 Şubat darbesi üzerine konuşmuş Mehmet Altan, siyasi yasaklı ilan edilmiş Nazlı Ilıcak da dün müebbet hapis cezası aldılar.
Çünkü 28 Şubat’tan bugüne bir şey hiç değişmedi:
Yargı devletin ev sahipleri değişse de o brifing odasından bir türlü çıkamadı.
Hala yargı günün yükselen değerlerini, hakim siyasi havayı koklayarak kararlarını veriyor. Bunu yaparken de meyveleri topladıkları ağaçların zehirli olup olmadığına dahi bakmıyorlar.
Yaş ortalaması 70 olan 60 eski askere ağırlaştırılmış müebbet istenen 28 Şubat davası da bu havadan azade kurtarılmış bir temiz hava sahasında yürütülmüyor.
28 Şubat’tan 14 yıl sonra 2012’de irtica nedeniyle ordudan atılmış bir tabip binbaşının şu an FETÖ firarisi olan savcı Fikret Seçen’e, 28 Şubat’ın Batı Çalışma Grubuna ait belgeleri ve bir CD’yi getirmesiyle başlamış bir dava bu.
Firari savcı Seçen belgeleri, halen FETÖ’den tutuklu olan savcı Mustafa Bilgili’ye göndermiş, 2012 yılında dalga dalga tutuklamalar başlamıştı.
Bu tutuklamaları yapan polislerin, tutuklama kararlarını veren hakimlerin, delilleri inceleyen bilirkişilerin çoğu bugün ya FETÖ’den tutuklu ya da firari.
Bu soruşturmalara yardımcı olan Genelkurmay Askeri Savcısı da FETÖ’den tutuklananlar arasında. Sanık avukatların mahkemeye sunduğu özel bilirkişi raporlarına göre davanın merkezindeki CD’de de tahrifat var. 28 Şubat sürecinde öne çıkmış isimlerle birlikte, sadece adları bu CD’de geçtiği için başka pek çok subay da ya tutuklandı ya da müebbetle yargılanıyor.
17/25 Aralık’ın ardından ortaya çıkan FETÖ bağlantısı nedeniyle ne yapılacağı bilinemediği için de altı yıldır sürüyor dava.
Çünkü 28 Şubat bir darbeydi. Acılar yaşandı, binlerce insan mağdur oldu. Ama Türkiye’de askeri vesayet resmi bir düzendi. Siyasetçiler, askerler ve hukukçular da bunu kabul etmişlerdi, bu düzen ancak güç ilişkilerinin değişmesiyle dönüştürülmüştü.
Herhalde hem bu yüzden, hem de bunu bir kan davasına çevirmemek için davadaki suçların birinci elden muhatabı olan Tansu Çiller, Meral Akşener, Şevket Kazan gibi isimler sanıklardan şikayetçi olmadılar.
Bugün 28 Şubatçıların yargılanması, 28 şubat döneminin ruhu, linç havası ve zayıf delillerle ağır hapis cezalarına çarptırılan ve hala içerde tutulan 28 şubat mağdurlarının yargılanmalarına benzememeli, somut suç aranmalı, kanaat notlarıyla karar verilmemeli.
Çünkü mahkemeler siyasi hınç, yürek soğutma, had bildirme alanları değil. Bütün siyasi, fikri, dönemsel hesaplaşmalar mahkeme eliyle yapılamaz. Yapıldığı sanılır ama aslında yapılmamış olur.
Ceza hukukunun evrensel ilkesinde söylendiği gibi sadece kanunsuz toplanan delil, baskı altında alınan ifade zehirli ağacın zehirli meyvesi değildir, hukuku siyasi hınç, yürek soğutma, had bildirme için kullanmak da güzel görünen ama zehirli birer meyve gibidir, sonunda adaleti zehirler.
Bir yıl önce büyük laflar, manşetler eşliğinde tutuklanan bir gazeteciyi, bir yıl sonra bir dış politika jesti olarak bırakmanın bir ülkeye bedelini pazarlık masasında alınan hiçbir şey kapatmaz.
Dönem davalarında insanlara, zayıf delillerle bu kadar rahat müebbet cezaları vermek de 28 Şubat’taki brifingler gibi hep ibretle hatırlanır, yapanlarına itibar getirmez.
Adaleti rövanşizm arenasına çevirmekten herkes zararlı çıkar.
2012’de 28 Şubat davasında tutuklama dalgaları başladığında artık bu davalardan yorgun düşmüş toplumun hissiyatını Başbakan Erdoğan “Bu dalgalar Türkiye’yi boğar, toplumun huzurunu kaçırır” diyerek ifade etmişti.
Herkese o günlerde tuhaf gelen bu açıklamanın ne kadar haklı olduğu daha sonra ortaya çıktı. Ama maalesef bugün de bu kolayca verilen tutuklama kararları, müebbet cezaları Türkiye’yi boğuyor.
Bu ağacın artık ülkeyi zehirlemesine izin verilmemeli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.