Birlik ve partiler
Bugün İslâm ülkelerinin önemli bir kısmı (çoğu) ya açık veya kapalı laik demokratik sistem, yahut da meşrûti veya mutlak krallıkla yönetilmektedir. Bunlar içinde çok partili demokrasinin yaşandığı ülkeleri de -teorik olarak- ikiye ayırmak gerekir: her fikir, inanç ve programın demokratik yoldan iktidara talip olmasına ve bunun için parti kurarak faaliyet göstermesine izin veren ülkeler, belli bir düşünceyi ve programı dayatan, diğerlerinin iktidar talebine izin vermeyen ülkeler.
Birinci gruba giren ülkelerde (böyle bir ülke varsa) Müslümanların, İslâmî bir devlet oluşturmak üzere parti kurmaları, program yapmaları ve bunu iktidara taşımak üzere faaliyet göstermeleri elbette caizdir; hatta caizin ötesinde farzdır, gereklidir, dinî vazifeleridir. Bu uygulamada usulüne göre yapılmış içtihada dayanan görüş, program ve yorumlara saygı gösterilmeli, bunlar tefrika sebebi olmamalıdır.
İkinci gruba giren ülkelerde İslâmî bir düzen ve devlet oluşturmak üzere parti kurmaya ve faaliyet göstermeye izin verilmez; yahut başta izin verilse bile rejimin tehlikeye girdiği ve düzen değişikliğinin gerçekleşeceği hissedilince engelleme yoluna gidilir. Bu sebeple Müslümanlar, bu ülkelerde iki yoldan birini tercih konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bir grup Müslüman, dinlerinin kendilerini mecbur ettiğine inandıkları düzen değişikliğini gerçekleştirmek için açık muhalefet ve illegal örgütlenme ve faaliyetten başka çarenin ve çıkar yolun bulunmadığına inanmakta ve bu yolu takip etmektedirler. Diğer grup veya gruplar ise yine kabaca ikiye ayrılmışlardır: a) Her şeye rağmen, takıyye metodunu kullanarak parti kurma, düzen içinde kalma, iktidara adım adım yürüme ve her adımda -fırsat elverdikçe/fırsat elverdiği ölçüde- İslâmlaşmayı gerçekleştirme, engellendikçe yeni baştan işe koyulma yolunu ve yöntemini seçenler. b) Çeşitli eğitim usûl ve araçlarını kullanma, tabanı islâmlaştırma ve böylece siyasî yapının da İslâmlaşmasını sağlama yolunu seçenler. Bunların da gerektikçe takıyye usûlünü kullanmaları kaçınılmaz olmaktadır.
Devlet ve siyaseti programlarının dışında tutan, yalnızca ferdî Müslümanlıkla meşgul olan şahıs ve gruplar da vardır; ancak bunlar buradaki bahsimizin dışında kalmaktadırlar.
Gerek parti kurarak ve gerekse eğitim araçlarından yararlanarak -düzen içinde kalmak ve zahirde düzene uyum göstermek kaydıyle- İslâmlaşmayı amaçlayan gruplar zaruret ilkesinden hareket etmekte, davranışlarını bu ilke ve delile dayanarak meşrûlaştırmaktadırlar. Karşı tarafın bunlara itirazı iki noktadan olmaktadır: 1. Başka yollar ve araçlar tamamen kapalı ve imkansız mıdır ki, bu yol zaruri olarak caiz olsun? 2. Takıyye yaptıkça, uyum gösterdikçe varlığına ve faaliyetine izin verilen Müslümanların giderek yaşadıkları gibi olmalarını, İslâm'a aykırı olan sistemlerle bütünleşip onların erimelerini, İslâm olmayan şeye İslâm demelerini nasıl engelleyeceksiniz?
Bu yolların zaruri olarak meşrû olduğunu savunan Müslümanlar da bu iki itiraza veya soruya: “1.Evet başka yol yoktur, var gibi gözükenler de çıkar yol değildir, 2.İçe yönelik eğitimle ve muhalefet şuurunun canlı tutulmasıyla erime önlenebilir...” diye cevap vermektedirler.
Bize göre bu tartışmalar ve tavır alışlar islâm siyaset kültürü ve siyaset fıkhı için paha biçilmez zenginlikler ve uygulama örnekleridir. Samimiyet ve ehliyet şartları bulunduğu müddetçe bütün Müslüman grupların tezleri birer ictihaddır. İctihad ihtilafı ümmet için rahmet olmalı, asla bir tefrika sebebi teşkil etmemelidir.
Müminler ancak kardeştir.
İctihad ictihadı nakzetmez (geçersiz kılmaz).
Müslüman ya kendi ictihadıyle amel eder, yahut da -ictihad ehliyeti yoksa- itimat ettiği bir alimin ictihadına uyar.
İctihad ve tevil bulundukça kişi tekfir edilemez.
Bu kaideler doğru anlaşılır ve uygulanırsa İslamlaşma yolunda ortaya çıkan farklı görüş ve uygulamalar da birliği bozamaz, bozmamalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.