Uçurumun kıyısındaki demokrasi
Sanal ve vahşi bir ormanda savunmasız haldeyiz... Daha kapitalist sistemin yarattığı eşitsizlikler, adaletsizlikler çözülmeden bilgi teknolojilerinin dijital uçurumu ile karşı karşıya kalmış durumdayız. Yazıya böylesine karamsar bir cümle ile başlarken, bilgi toplumunun sağladığı imkanlara karşı reddiyeci bir anlayış içinde değilim elbette.
Ne var ki dijital teknolojilerin perde arkasında olup bitenler günlük hayatımız açısından da, demokratik sistem açısından da endişe verici. Soru şu; Global çapta dijital uçurum endeksi yapanlar, bu teknolojileri hangi amaçla kullanıyorlar? Nitekim geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan küresel kabus, demokratik değerlerin yeni bir tehditle karşı karşıya olduğunu gösterdi.
***
Bu çerçevede, Facebook’ta 50 milyon kişinin bilgilerini kullanarak siyasi davranışlarını manipüle ettiği ileri sürülen Cambridge Analytica şirketinin, ABD başkanlık seçimlerinin yanısıra İngiltere’deki AB referandumunu da etkilemeye çalıştığı ortaya çıktı. Sosyal medya devinin, şirketlere sattığı bilgi siyasi konularda da ‘kişiye özel’ olarak kullanılabiliyor. Örneğin Trump’a oy vermesi imkansız görülen seçmen sandığa gitmemeye teşvik ediliyor. Yani seçmen iradesine doğrudan müdahale edilerek demokratik paradigma tersyüz ediliyor.
Daha da önemlisi, sanayi toplumunun yarattığı sorunlar çözülemeden, bilgi toplumu ile yeni bir ‘dijital halk’ yaratılıyor. Bu öylesine içten gelen bir dijital dalga ki, eğer bir çözüm üretilemezse ilk kez demokrasi için yolun sonu olabilir. Daha da kötüsü, bir süredir sarsıntı yaşayan insan hakları, hukuk, kuvvetler ayrılığı gibi temel değerleri yüzlerce yıl geriye götürecek yeni bir kabus dönemi başlayabilir. Açıkça söylemek gerekirse, global ölçekteki bu dijital uçurumun siyasetten günlük hayatımıza kadar her alanda ortaya çıkmaya başlayan tezahürleri sadece demokrasinin direncini yitirmesine değil, düpedüz yıkıma götürecek bir tehlike arzetmektedir.
Biliyoruz ki 20’inci Yüzyılın son çeyreği demokrasi baharının yükselişine sahne oldu. Ne var ki son on yılda kimi demokratik ülkelerde demokratik dalga küçülmeye ve çarpıcı biçimde geri çekilmeye başladı. Ve maalesef sansür adeta yeniden keşfedildi, baskıların yaygınlaşması sistematik bir hal aldı, insan haklarındaki dramatik gerilemeyle birlikte popülizm yükselişe geçti.
Öyle anlaşılıyor ki, hiç de
iç açıcı olmayan bu manzara karşısında demokrasinin dört temel direğini oluşturan ‘ifade özgürlüğü’, ‘sivil toplum’, ‘kuvvetler ayrılığı’ ve ‘adil seçimler’in her zamankinden daha çok savunulmaya ihtiyacı var demektir. Evet demokratik değerleri savunalım, ama kapitalist sistemin marazlarını da kesinlikle tartışalım.
Unutmayalım, bugün 4 milyara yakın insan otoriter hükümetlerin yönetimde olduğu ülkelerde yaşıyor. Ne yazık ki Batılı ülkeler bu konuda yeterince duyarlı davranmadı ve bugün aynı tehlike Batı’nın kabusu olmaya başladı. Bugüne kadar, yeterince demokratik olmayan ülkelere reva görülen otoriteryanizm ve popülist söylem artık demokratik ülkelerin kapısını çalıyor.
Son skandalla ortaya çıkan acıtıcı gerçeğin sonuçlarına bakarak sormak gerekirse, demokratik siyaseti öldürme potansiyeli taşıyan Facebook, Twitter ve Google gibi sosyal medya mecralarıyla demokrasiyi nasıl savunacağız? Kuşkusuz bütün bu teknolojik araçlar, hayatımızı kolaylaştıran hizmetleri nedeniyle yarattıkları olumlu bir imaja sahipler. Ancak buna rağmen, siyaseti ve kişisel mahremiyetimizi zehirlemelerini görmezden gelemeyiz.
***
Şunu açıkça söylemek gerekiyor ki, bugün karşılaştığımız bir metodoloji sorunu değil. Galiba dijital oligarkların çıkarları ile özgürlük ve hak mücadelesinde nereye kadar birlikte yürüyebileceğimize karar vermek durumundayız.
Maalesef şu bir gerçek ki, tam anlamıyla ‘çevrimiçi gizlilik’ pek mümkün gözükmüyor. Zira korunmak için ne kadar yöntemler geliştirilirse geliştirilsin, dijital oligarklar her zaman bariyerleri kırmak için yeni teknolojiler geliştirme kabiliyetine sahipler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.