Varna’nın ötesini istiyoruz
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Varna zirvesi vesilesiyle “Bugün de AB üyeliği stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor” şeklindeki sözleri, Türkiye’nin gelecek perspektifi açısından son derece önemli. Evet, son dönemde Avrupa Birliği konusunda çok fazla hayal kırıklığı yaşadık ve ‘tam üyelik’ işinin neredeyse Kaf dağının arkasındaki çok uzak bir hayal olduğu kanaatine alışmaya başladık.
Biraz AB’nin siyasal vizyon eksikliğinin, biraz da Türkiye’nin demokrasi konusundaki zaaflarının doğurduğu sonuçlar yüzünden tam üyelik konusunda önemli sorunlar yaşadığımız bir gerçek. Her ne kadar tam üyelik meselesi şu anda ‘derin dondurucu’da beklemede olsa da, Türkiye bir devlet politikası olarak belirlediği AB çıpasından henüz vazgeçilmiş değil.
Evet şu anda iki taraf arasında bir güven bunalımı yaşandığı muhakkak. Ancak şu anda gelinen noktaya bakarak AK Parti’nin AB meselesini tümden rafa kaldırdığını söylemek de açıkçası biraz haksızlık olur. Unutmayalım ki 2002 yılına kadar bir dargın-bir barışık yürüyen ilişkileri, sürdürülebilir bir noktaya taşıyan ve bu konuda önemli hamleler gerçekleştiren bizzat AK Parti iktidarıdır.
Nitekim Avrupa bütünleşmesine karşı çıkan çevrelere en doğru cevabı 2002 seçim beyannamesinde yine AK Parti vermiştir: “Avrupa ile bütünleşmemize karşı çıkan çevrelerin, milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, milli ve yerel kültür konularındaki ideolojik yaklaşımları, Kopenhag Kriterlerinin hayata geçirilmesini geciktirmektedir. Partimiz, bürokratik devletçi yönetim anlayışını sürdürmeyi amaçlayan bu kavramların, bireyin hukukunu gözeten, halkın katılımını esas alan demokratik, sivil ve çoğulcu bir anlayışla yeniden ele alınmasından yanadır.”
Bu çerçeveden bakıldığında Varna toplantısının, Türkiye’nin beklentilerini karşıladığını söylemek elbette belki mümkün değil. Zirvedeki fotoğrafa bakarak söylemek gerekirse, AB’nin esas patronları bu zirveye pek ilgi göstermediler. Toplantıda daha çok göç konusunun ve Avrupa yatırım bankasının Türkiye’ye sağlayacağı kredinin konuşulduğu anlaşılıyor. Esas itibariyle bunlar üye olmadan da konuşabileceğimiz konular.
Oysa biz Varna’nın ötesini istiyoruz. Yani müzakerelerin devamını istiyoruz, Gümrük Birliği’nin güncellenmesini bekliyoruz, terörle mücadelede güçlü işbirliği istiyoruz. Bu bakımdan AB Komisyon Başkanı’nın “müzakerelerin devamının teminatı benim” demesi, Türkiye’nin beklentilerini çok da karşılamıyor. Ancak her şeye rağmen, bisikletin tekerleklerinin dönmesi önemlidir.
İşte tam da bu noktada, AB ile ilişkilerimizin düzelmesi için demokratik görünürlüğümüzü 2011 yılına kadar süren o pırıltılı günlere döndürmek zorundayız. Eğer hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi, güçlü bir insan hakları performansı ve ifade özgürlüğü konusunda doğru hamleler gerçekleştirebilirsek üyelik kapılarını zorlamamız daha da kolaylaşacaktır.
Bunu söylerken aslında imkansız bir durumdan söz etmiyoruz. Zira AK Parti’nin ilk döneminde AB uyum yasaları çerçevesinde devrim niteliğinde yasal değişimler gerçekleştirildi. Bugün özgürlükler konusunda yaşadığımız zaaflar yüzünden kimse dillendirmek istemiyor ama, o gün gerçekleştirilen demokratik reformlar aynı zamanda Türkiye’yi ekonomik anlamda da bir üst lige taşımıştı.
AB standartlarında elde edeceğimiz her demokratik kazanım Avrupalılar için değil, öncelikle bizim için önemli. Unutmayalım ki hukukun üstünlüğüne dayalı, kuvvetler ayrılığını hayata geçirmiş demokratik bir Türkiye, Ortadoğu ve bütün bir İslam coğrafyası nezdinde de marka değeri yüksek güçlü bir Türkiye olacaktır. Ve hafızalarımızı biraz tazeleyelim ve bir yere not edelim; Osmanlı bir Ortadoğu devleti değildi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.