Her şeyi mutlaka gerilim hattında mı tartışmalıyız?
Türkiye’nin de dahil olduğu İslam ülkelerinin temel problemlerini tartışırken içinden bir türlü çıkamadığımız en esaslı sorunumuz galiba ‘ortak iyide buluşamama...’ Aslında hepimiz biliyoruz ki, yaşadığımız dünyanın gerçekleriyle baş edebilmek için birtakım temel insani kriterleri hayatımızda içkin hale getirmek zorundayız.
Siyaset felsefesi açısından da aslolan insanların ‘ortak iyi’de buluşmalarıdır. Aristoteles ‘Politika’ adlı eserinin başında insanı ‘zoon politikon’ olarak tanımlar. Yani Türkçe anlamıyla ‘siyasal canlı.’ Aristoteles’in bununla kastettiği, insanın toplumsal bir varlık, devlet kuran, siyaset yapan bir varlık olduğudur. Bir başka deyişle belli bir amaç için bir araya gelen insanların ‘ortak iyi’de buluşmalarıdır. Platon da ‘ortak iyi’yi adil toplum olarak tanımlar.
***
Maalesef Müslüman toplumlar olarak bir türlü ‘ortak fayda’ zemininde anlaşamıyoruz. Sorunlarımızı hep bir gerilim hattı üzerinde tartışmak gibi bir geleneğe sahibiz. Oysa biliyoruz ki Batı toplumları da her gün farklı problemlerle karşılaşıyorlar ve oturup birlikte çözüm üretebiliyorlar ama bunu yaparken birbirlerinin gözlerini oymak için fırsat kollamıyorlar. Galiba kültürel kodlarımızda bir arıza var, bu yüzden de evrensel değerler anlamında gelişmiş dünya ile aramızdaki mesafeyi tam kapatıyoruz derken, her şey altüst oluyor ve tekrar başa dönüyoruz.
Çoğu zaman Müslüman dünya ile gelişmiş ülkelerin kıyaslamasını yaparken, kendi sorunlarımızla ilgili çözümler üretemediğimizde Batı dünyasının emperyal yönüne atıfta bulunup “Biz Müslümanız, güçlüyüz, geçmişte büyük imparatorluklar kurduk, ama Batılılar bizi çekemediği için güçlerini birleştirdiler ve bizi yok ettiler” benzeri tesellilerle kendimizi iyi hissettirme yolunu seçiyoruz.
Elbette yaşadığımız sorunların bir bölümünde Batı dünyasının da hatırı sayılır bir payı vardır. Ama bu zaten dünyanın bir gerçeği. Hiçbir devlet dünyanın geri kalanından kendini ayırarak izole edilmiş bir şekilde yaşayamıyor, kimse böyle bir lükse de sahip değil zaten... Yüzyıllardan bu yana ademoğlunun oluşturduğu irili ufaklı devletler birbirleriyle ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda hep bir mücadele içinde olmuşlar ve halen de bu mücadele farklı düzlemlerde devam ediyor.
Önemli olan yaşadığımız çağın farkında mıyız? Yani, günümüz dünyasında ekonomik, siyasi, hukuki ve kültürel manada ayakta durmamızı sağlayacak bir sistem inşa edebiliyor muyuz, mesele bu. Demokrasiye karşı alerjisi olanları da dikkate alarak söylemek gerekirse, oluşturduğumuz modelin adını ne koyarsak koyalım eğer hukukun üstünlüğüne dayalı, kuvvetler ayrılığı prensiplerine bağlı, ifade hürriyetini teminat altına alan ve özgürlüklere dayalı bir sistem inşa edebilirsek yaşadığımız çağın farkındayız demektir.
Çünkü dünya gerçekleri bize gösteriyor ki, bugün demokratik değerler olarak ifade edilen hukuk-adalet, insan hakları ve özgürlük gibi kavramları dikkate almayan ve hatta bu değerlere meydan okuyan ülkelerin ekonomik anlamda kalkınmaları da mümkün değildir.
***
Elbette buna itiraz edenler olacaktır... Denebilir ki, “Bakın İslam dünyasındaki şu şu ülkeler, hiç de bu demokratik değerlere itibar etmeden, kendi geliştirdikleri değerleri dikkat alarak ekonomik kalkınmalarını sağladılar ve toplumlarını refah içinde yaşatıyorlar.” Eğer gerçekten böyle bir örnek varsa, buna şapka çıkartılır. Ama şu ana kadar evrensel değerleri yok sayarak, ekonomik ve insani kalkınmasını sağlayabilmiş bir tek İslam ülkesi bile maalesef yok. Tam aksine, bu ülkelerdeki insanlar akın akın kalkınmış demokratik ülkelere gitmeye çalışıyorlar, hem de denizlerde ölme pahasına...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.