Keşke orucumuza reytingci hocalar musallat olmasa...
Gönlümüzü, zihnimizi yeniden tamir edecek olan oruç geldi, hoş geldi... Yazıya başlamadan önce üstat Sezai Karakoç’un gönlümüzü manevi iklimle dolduran şu ifadelerini sunmak istiyorum:
“Evet, Oruç da susar, oruç ta acıkır. Orucun susadığı ve ab-ı hayat gibi kanamadığı su, “Kur’an sesi”, acıktığı “namaz”, örtündüğü “merhamet”, kuşandığı giyindiği, Allah’ın adının yükseltilmesi yani “cihat”tır.
Ve orucun da iftarı vardır. Oruç müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında, işte saydığımız, göğe mahsus yiyecekler bulunur.
Yalnız insan orucu özlemez, oruç ta insanı özler. Ramazan ayı gelince, sıla-i rahm edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir.”
***
Bu cümlelerin ardından hemen belirtmek isterim ki, bu yılki oruç ayını sükunetle ve de kalbimizdeki ‘merhamet çınarı’nı televizyonlardaki tüccar hocaların incitmesine izin vermeden yaşamak istiyoruz.
Elbette bu bir temenni, ama ne yazık ki gerçekler hiç de öyle olmuyor. Nitekim Ramazan’la birlikte bu reyting tüccarları da yine ekranlarda yerlerini almaya başladılar. Muhtemelen bir yıl boyunca yeni müşteri tavlama teknikleri konusunda kapsamlı bir hazırlık yapan bu hocalar, son derece sofistike bir müşteri kapma anlayışıyla esrarengiz, melankolik ve aslı astarı olmayan menkıbelerle bol bol gözyaşı döktürerek topluma hayali bir İslam anlatacaklardır.
Oysa İslam, hayatın bütününü tanzim eden ve temel doğruları vazeden bir din. Biliyoruz ki İslam sadece ibadetleri değil, aynı zamanda hak-hukuk-adalet, toplumun imarı ve özgürlüklerin korunması gibi temel doğruları da emrediyor. Ama bu hurafe tüccarlarını adalet, özgürlük gibi kavramlar değil, ekonomik getirisi yüksek menkıbeler ilgilendiriyor.
Keşke, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in sünnetinin ışığında İslam’ın evrensel mesajını, yaşadığımız çağın diliyle anlatabilen gerçek İslam bilginleri ramazanlarımızı bu reyting esnafının elinden kurtarabilseler... Ama ne yazık ki şimdilerde böyle bir umut ortalarda gözükmüyor. Bu konuda esas sorumluluk aslında Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ancak o da Allah’a emanet...
Bilelim ki Allah, İslam’ı bu dünyada yaşamak için insanlığa armağan etmiştir. Ve İslam, hurafe pazarlayıcısı hocaların anlattığı gibi sadece ahirete ait bir din değildir. Dahası İslam, son yıllarda isteğe bağlı fetvalar üreten hocaların anlattığı gibi “müşteri memnuniyeti”ne bağlı bir din de değildir.
***
Maalesef günümüzde İslam’ı anlatanlar asılsız kutsallıklar üreterek, kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşine düşmeleri yüzünden dinin evrensel mesajı ile ilgilenecek halde değiller. Doğrusu televizyonlarda bu piyangocu din anlatış biçimlerine maruz kaldığım anlarda Fransız edebiyatçı Molier’in “Tartuffe” adlı tiyatro eserinde Hristiyan papazlarının din istismarını anlatan şu cümleleri geliyor aklıma: “Ah o menfaat düşkünü, iki yüzlü inanç tacirleri yok mu; onlar, mevki ve itibar satın alırlar sahte inançlarıyla. Bu adamlar, öte dünya için çabalar gözüküp, asıl bu dünyada ceplerini doldururlar. Müthiş bir ağırbaşlılık ve yapmacıklıkla insanlara dünya nimetlerinden uzak durmayı öğütler; kendileri ise, saraylarda yaşarlar. Kendi kusurlarını da çok güzel kitabına uydururlar.”
Kuşkusuz İslam’da bir ruhban sınıfı yoktur. Ancak bugün geldiğimiz noktada, dini ekonomik ve siyasi bir rant aracı olarak kullanır hale gelen hocalar saltanatının sergilediği tablo, doğrusu bir rahmet dini olan İslam’ın evrensel mesajıyla örtüşen bir manzara değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.