Kalbin orucu
İslam tasavvufunda aklın bilgi kabiliyetine ek olarak insanda bir de ilim, irfan ve hal mahalli olarak kalb vardır. “Kalb, sır, ruh, hafi ve ahfâ” isimleriyle bilinen latîfelerin (letâif) birincisi kalbdir.
Kullar ibadet ve özellikle zikir ibadeti yoluyla kalblerini, mâsivânın (Allah’tan gayrı ne varsa onların) mahalli olmaktan çıkarırlar, kalbi Yaradan’a tahsis ederler, öyle bir hal elde derler ki, dünya işleriyle meşgul olurken dahi Allah’ı unutmazlar, beraberliğe bir kesinti ârız olmaz; işte kalbin orucu budur, böyle gerçekleşir.
Konuyu büyük mutasavvıf ve âlim Şemseddîn Sîvâsî’nin meşhur şiirinden birkaç beyitle açalım:
Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pürnûr olmadan
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk
Pâdişâh konmaz saraya, hâne mamûr olmadan…
Bir acaîb derde düşmüş tutuşur Şemsî müdâm
Hakk’a makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan.
Şemseddin Sîvâsî kimdir ve bu şiirinde ne diyor?
Bu soruların cevabını ben çok kısa olarak vereceğim, ancak Sivas belediyesinin meşkûr himmeti ve konuyu bilen ilim adamlarımızın da hizmetleriyle bu zatın eserleri bugünkü harflere çevrilmiş, gerekli açıklamalar yapılmış ve neşredilmiş bulunuyor, istifade edilmelidir.
Sîvâsî hem İslâmî ilimleri hakkıyla tahsil ederek icazetle alıyor ve Sahn Medreselerinden birinde müderris oluyor, hem de Halvetî tarikatına intisab edip mürşidinden icazet alarak irşada memur oluyor. Müderris iken Kazaskeri ziyarete gittiğinde ondan makam ve mevki istemeye gelen ulemanın nasıl küçüldüklerini görünce müderrisliği terk edip memleketine (Tokat-Zile) dönerek halkı irşad ile meşgul oluyor.
Şöhreti istemese de ülkenin dört bir yanına yayılıyor, zamanının padişahı III.Mehmed Eğri Seferine çıkacağı zaman onu yanına alıyor. Sîvâsî, Eğri’den sonra Haçova Seferine Padişahı teşvik ediyor ve zaferin müjdesini veriyor (1005/1596), bir ara orduda bozulma başlayınca onun büyük gayreti ve duasıyla yeniden toparlanma oluyor ve zafer kazanılıyor.
Sivas valisinin ısrarlı daveti üzerine Sivas’a taşınan Hazret, orada halkı irşad ile meşgul olurken 1006/1597 yılında aslına rucû ve rahmet-i Rahman’a urûc eyliyor.
Şiirinde diyor ki:
“Hiçbir kimse, Allah’tan gayr-ı ne varsa onlardan uzak olmadan Hakk’a vasıl olamaz. / Nur ile dolmayan gönülde hazine (kapıları) açılmaz./Yâr’dan (Allah’tan) başka ne varsa onları sürüp gönülden çıkar ki Hak tecelli eylesin/ Hane mamur olmadıkça Padişah saraya konmaz…/ Şemsî bir acayip derde düşmüş devamlı yanıyor/(Dedi şudur:) Halkın nefretini kazanmadan Hakk’a makbul olmak istiyor”.
Ben yalnızca beyitleri bugünkü Türkçe’ye çevirmeye çalıştım, bunların izahları bir kitap olur. Maksadım “kalbin orucu” kavramına, bu orucu tutanlardan bir örnek sunmaktır.
Gelecek yazıda kalbin orucuna âyetler ve hadislerle yaklaşmaya çalışalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.