‘Gökler ve yer adalet üzerine duruyor’
Hz. Peygamberin “Gökler ve yer adalet üzerine duruyor” hadisini dikkate alarak söylemek gerekirse adalet, insanın varoluşunun inşasında önemli bir mihenk taşı niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla adaleti sadece modern çağın insanlar arası ilişkiye indirgediği bir kavram olarak değil, varlıksal temel açısından da değerlendirmek gerekiyor. Yetkin Düşünce dergisindeki makalesinde “İnsan” ile “adalet” arasındaki ilişkinin insanın adalete ruhi hamilelik ile yaratılmış olduğunun altını çizen Abbas Pirimoğlu diyor ki: “Adalet insanlara verilmiş bir meleke, bir vasıf iken ‘adl’ ise ‘olmak’ halidir. İnsan adalet melekesi ile olgunluğa doğru seyreder. Adil olunca, adaleti gerçekleştirince adl üzerine olmuş olur. Verili olanı ancak ‘adl’ ile kuvveden fiile çıkarır; potansiyel olanı fiili olana dönüştürür.”
İslam ansiklopedisinin adalet maddesindeki değerlendirmede de, adalet kavramının Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamberin hadislerinde “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanıldığı kaydedilmektedir.
***
Nitekim Rahman suresinin 7. ayetinde adalet temelli denge ve düzen açıkça ifade edilmektedir: “O gökyüzünü yükseltti ve bütün kainatta şaşmaz bir düzen/denge tesis etti. Sakın adalet temelli bu düzeni bozmayın; adalet ölçüsünden şaşıp da kendinizi aşmayın.”
Yine İslam ansiklopedisinde, Kur’an’da İslam toplumunun bir niteliği olarak geçen “vasat ümmet” tabirindeki vasat kelimesinin bütün müfessirlerce “adalet” manasında anlaşıldığına dikkat çekilmektedir.
Bu bağlamda adalet kavramını ontolojik bir varlık olarak ele alan İslam filozoflarının adaleti bir ‘mükemmellik’ olarak değerlendirmelerinin altını çizmek gerekiyor. Nitekim Kur’an’da Nahl suresinde hak-hukuk ve hakkaniyetten yoksun olan kişi dilsiz, aciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetilerek hakkaniyet sahibi olanla bir tutulamayacağı bildirilerek adaletin bir kemal sıfatı olduğuna işaret edilmiştir.
Unutmayalım ki Allah’ın adalet ilkesinin tecelli edebilmesi için bireyin özgür seçimini temin edecek ortamın sağlanmasına ihtiyaç vardır. Çünkü Allah iyiliği mükafatlandıracağını, kötülüğü ise cezalandıracağını vadetmiştir. Yani adalet gereği, bu dünyada bireyin tabi olduğu sınavda özgürlüğünü teminat altına almıştır. Eğer bireyin özgürlüğü esas olmasaydı, bu dünyanın bir imtihan yeri olmasının da bir anlamı olmazdı. Kısacası günah ve sevabın gerçekleşmesi özgürlük alanıyla mümkündür, özgürlük için ise adalet şarttır.
***
Kur’an’da ve Hz. Peygamberin sünnetinde adaletin böylesine önemsendiği, temel ilke olarak vazedildiği bir dinin mensuplarının oluşturduğu İslam toplumlarında, adalete dayalı bir hukuk sisteminin inşa edilememesi Müslümanlar açısından yürek yakıcı bir durumdur.
Maalesef İslam tarihinin belli dönemleri hariç, Kur’an’da açıkça “Emaneti ehline veriniz ve insanlar arasında adaletle hükmediniz” (Nisa/58) emrine rağmen, İslam toplumlarını yönetenler liyakati ve hakkaniyeti esas alan bir yönetim modeli oluşturamamışlardır. Prof. Dr. Ömer Çaha “Adalet, ahlak ve aidiyet” adlı makalesinde, “İslam hukukuna göre yönetimin dayandığı beş temel ilke barış, adalet, istişare, rıza (biat) ve liyakattir. Şayet görevlendirmelerde liyakat ilkesine uyulmazsa o zaman güç istismar edilmiş olur” diyor.
Müslüman dünya ile dinin arasının giderek açıldığı günümüz dünyasında, biraz acıtıcı da olsa bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor; hukuksuzluk istikametinde yürümeye devam edildiği müddetçe bu perişan tablodan çıkmanın imkan ve ihtimali yok. Süslü cümlelerin arkasına saklanarak kendimize konforlu masallar üretme kolaycılığına sapmadan, tıpkı modern demokrasilerde olduğu gibi ‘hukukun üstünlüğü’ne dayalı bir sistemi inşa etmek zorundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.