Medeniyetimizin biillurlaşmış hafızası şairlerdir
Şiir bir medeniyetin, toplumun billurlaşmış hafızasıdır. Eğer medeniyetin kültürel alandaki gücünün hülasası niteliğini taşıyan şiir tükenmeye başlamışsa, o medeniyetin buharlaşması kaçınılmaz demektir. Ve medeniyetlerin terennüm gücü olan şiir tükenmeye başladıkça, doğal olarak dildeki hakimiyeti de kaybolacaktır.
Unutmayalım, Osmanlı medeniyetinin duvarlarında yankılanan en güçlü ses, şairlerin sesidir. Çünkü şairler kamusun derinliklerinden çıkardıkları kelimelerle kurdukları şiirlerle bir gönül medeniyetinin duvarlarını yükselttiler. Her bir beyti kuyumcu titizliği ile işleyen divan şairlerimiz medeniyetimizin ses mimarlarıdır.
***
Tecridin zirvesindeki Fuzuli’den şiirdeki “ab-ı hayat”ı yudumlayan Baki’ye, yerlileşmenin ve ‘hoş eda’nın büyük şairi Nedim’den Osmanlı medeniyetinin ‘son güzel şarkısı’ Şeyh Galib’e kadar pek çok şairimiz farklı ses aralıklarıyla büyük bir şiir sarayının duvarlarını yükselttiler.
İşte Fuzuli’nin peygambere bir na’t niteliği taşıyan ‘Su kasidesi’, aynı zamanda divan şiirinin zirve şiirlerinden birisidir. ‘Su Kasidesi’ni okurken, na’tı şiirin ufku olarak tanımlayan Sezai Karakoç’un şu ifadelerini daha dikkatle okumakta yarar var: “İnsanın ufku mümindir. Müminin ufku Peygamber. Peygamberin ufku da, mutlak gerçeklerin habercisi, her peygamberi şahsiyetinin katlarında bir yaprak gibi bulunduran Son Peygamber... Peygamber nasıl insanın ufkuysa, Na’t da şiirin ufkudur.”
Fuzuli, Tanpınar’ın ifadesiyle, elleri her lahza duadadır. Aşk veya sevgili bile ona bir çeşit uluhiyet gibi görünür. Tanpınar “Fuzuli ve Baki” makalesinde Fuzuli’nin şiiriyle ilgili şöyle bir tespitte bulunuyor: “Fuzuli şiiri sadece kalbe ait bir macera telakki eder ve ıstırabı şair için yaşanacak tek iklim gibi görür. (Bunu Farsça Divanı’nın mukaddimesinde söyler, fakat aynı mukaddimede tabiatının daha ziyade kaside ve muamma yazmağa müsait olduğundan da bahseder.) Onda her şey kendiliğinden ‘ben’in etrafında toplanır ve oradan hareket ederek dünyasını yakalar. Dil Fuzuli’de her şeyden evvel bir yaratma işinin başlangıcı olan teessürinin vasıtasıdır.”
Fuzuli’nin şiirinde öylesine güçlü bir anlam ve ses örgüsü vardır ki, şiirin genel yapısını bozmaksızın bir kelimenin yerini bile değiştirmek mümkün değildir. Prof. Dr. Tunca Kortantamer ‘Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi’ndeki bir makalesinde bu konuda şöyle bir tespitte bulunuyor: “Fuzûlî’nin dili tamamıyla, bütün klasik Türk şiirinin ortak zemini olan Türkçe konuşma dilinin temel kalıplarına, halk diline, şehir diline ve Türkçe’nin binlerce yıllık birikimine dayanır…”
***
Fuzuli’nin ‘Su Kasidesi’nden şu mısraları biraz olsun okumayı denersek, eminim zihin dünyamız daha da zenginleşecektir.
/1-Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denli tutuşan odlara kılmaz çare su
2-Ab-gundur günbed-i devvar rengi bilmezem
Ya muhit olmuş gözümden günbed-i devvare su
3-Zevk-i tığından acep yok olsa gönlüm çak çak
Kim mürur ile bırağur rahneler divare su
4-Vehm ile söyler dil-i mecruh peykanın sözün
İhtiyat ilen içer her kimde olsa yâre su
5-Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse min gülzara su/
1- Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşından boşuna su saçma. Çünkü bu denli tutuşan ateşlere su çare olmaz.
2- Dönen kubbe (gözkyüzü), su renginde midir yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır, bilmiyorum.
3- Kılıcı kaldıran bakışlarının zevkiyle gönlüm parça parça olsa da bunda şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim su duvardan (sürekli) akarak yarıklar, gedikler bırakır.
4- Yaralı gönül (yahut dil) senin okun ucundaki sivri demiri andıran kirpiklerinin adını ağzına korka korka alır, yaralı olan kişinin suyu dikkatle içtiği gibi.
5- Bahçıvan zahmet çekmesin de gül bahçesini suya boğsun. Çünkü bin gül bahçesini de sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz. (Prof. Yekta Saraç- Divan şiirinden seçmeler)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.