Benim ülkem, benim Cumhurbaşkanım
Bazı anlar vardır ki, insanın ülkesi ve onu yönetenlerinden çok büyük beklenti içine girer. Bunlar genellikle kriz anlarıdır.
İşte öyle bir anda hissediyordum kendimi.
Kaşıkçı cinayeti, sadece Türkiye’de değil, dünya çapında bir krize dönüşmüştü. Dünyanın birçok ülkesinden gazetecilerin sorularına muhatap oldum.
Ama en etkileyicisi, El Cezire’de katıldığım canlı yayında, Avrupa’dan katılan Suud rejim muhalifi bir gazetecinin söylediği idi:
YABANCI GAZETECİLERİN MERAK ETTİĞİ KONU
“Suud herkesi parayla susturdu geçmiş dönemde. Korkumuz o ki, Türkiye ile ticari anlaşmalar yaparak bu cinayetin üstünü örtmesidir. O zaman ülkenizde yaşayan tüm muhaliflerin hayatı tehlikeye girer”.
O zaman, “Türkiye açlıktan ölse bile, parayla susturulamaz. Bu cinayetin sonucu kime dayanırsa dayansın, sonucu ne olursa olsun peşini asla bırakmayacağız” demiştim. Benimki temenniydi tabii. O tarihe kadar Erdoğan konuşmamıştı hiç.
O gazetecinin endişesini daha sonra birçok kişiden okudum ve dinledim.
Bu konuyu Cumhurbaşkanlığı ekibine ve devlet yetkililerine de ilettim.
Dün, aklında bu konuda sorusu olan, endişesi olan herkesin Erdoğan’ı dikkatlice dinlediğini biliyordum. Ben de öyle. Herkes cesedin nerede olduğunu açıklamasını beklerken, ben Erdoğan’dan Türkiye’nin asla bu olayın üstünü örtmeyeceğine dair dünya kamuoyuna güçlü bir mesaj vermesini bekledim.
ERDOĞAN’DAN DÜNYAYA GÜÇLÜ MESAJ: HESAP VERECEKLER
Ve Erdoğan çok kuvvetli, tereddütsüz, diplomasinin ve siyasetin ustalıklarıyla dolu konuşmasında, Türkiye’nin asla parayla satın alınamayacağını, bu cinayetin emrini veren her kimse, kimlerse onu bulana kadar da durmayacağını tüm dünyaya duyurdu:
“Böyle bir soruşturmanın adil bir heyet tarafından yapılması çok önemlidir. Diğer ülkelerdeki suç ortaklarının da soruşturmaya dahil edilmesi gerekiyor. Türkiye olarak takipçisi olacak, kendi ve uluslararası hukukun yerine getirilmesini sağlayacağız…
İnsanlığın vicdanı ancak emri verenden uygulayana kadar, herkesten hesap sorulması halinde mutmain olacaktır…”
Muhteşem cümleler…
O esnada, ‘işte benim Cumhurbaşkanım, işte benim ülkem budur’ diye gururla içimden geçirdim. Eminim sadece benim değil, birçok mazlumun, mağdurun, ülkemize sığınmış insanların da gözleri dolmuştur.
Erdoğan’ın söylemediği ama benim satır aralarından okuduğum şeyi de ekleyelim: ‘Bu cinayeti işleyenler suçüstü yakalandı. Şimdi hesap zamanı. Prens Selman, ona yardım eden BAE, İsrail, Mısır ve ABD’deki işbirlikçileri de hesap verecek. Ya kendi istekleriyle ya da zorla…’
Bu toprakları “eman yurdu” bilip, bize sığınan insanlardan birini öldürenlerin burnundan fitil fitil getiren, yaptığına, yapacağına pişman eden bir devlet, herkes için güven vericidir, gurur vericidir. Bu devleti yöneten Cumhurbaşkanımızın duruşu, olayları yönetişi, kararlılığı, hukuk ve vicdanın sesini yükseltmesi ise ayrıca gurur duyulması gereken bir taraftır.
KAŞIKÇI SORUŞTURMASINI İŞİN EHLİ YÖNETİYOR
Amerika’dan Avrupa’ya, Arap dünyasından Asya milletlerine kadar, herkes bir kez daha gördü ki, Türkiye kadim ve güçlü bir devlettir. Onu yöneten Cumhurbaşkanı da ülkesine layık bir tavır sergilemiştir.
Bu olayda gurur duyduğum ikinci husus da, Kaşıkçı cinayetinin soruşturmasını ve iletişimini yöneten ekiptir. İstihbarat, diplomasi, emniyet, savcılık ve iletişim ekibi, daralmış göğsümüzü kabartan bir başarı gösterdi. Kim olduklarını, isimlerini hiç araştırmadım. Çünkü burada bir devlet aklının, bir ortak aklın, uzman bir zihnin yani liyakat ve ehliyet sahibi kişilerin işi yönettiğini fark ediyordum.
Dün Ankara’yla görüştüğümde bu ekipten bazılarının isimlerini tesadüfen öğrendim. O zaman dedim ki, ‘işte işi ehline, uzmanına verirsek, devlet aklını kullanırsak ve soğukkanlı hareket edersek böyle başarılı oluruz.’ O arkadaşlarımla da gurur duyuyorum.
AK PARTİ İLK YILLARINDAKİ GİBİ ÖZGÜRLÜĞÜ SAVUNDU
Cumhurbaşkanımızın konuşmasının ikinci bölümü ayrıca etkiledi beni. Birden beni AK Parti’nin ilk yıllarına götürdü.
O zaman, vesayet merkezlerine, bizi köhne siyasi gömleklere sokmaya çalışanlara karşı çetin bir mücadele veriyorduk.
O zaman, yargısal vesayetlere, güç odaklarına, oligarşik bürokrasiye karşı direniyorduk.
O zaman tek parti zihniyetinin, katı ideolojilerin ve özgürlük karşıtı güçlerin saldırısına karşı mücadele ediyorduk.
Erdoğan af konusunda, andımız konusunda konuştukça o günlere gittim.
AK Parti ilk on yılını, bu ülkenin demokratikleşmesi, bireylerinin özgürleşmesi ve milletin ayaklarından prangaların çıkarılması için mücadeleyle geçirdi.
Bu uğurda çok çaba gösterdi, çok bedel ödedi.
Şimdi o prangalardan biri olan, andımızı bize dayatmaya kalkan bürokratik oligarşinin ve onun siyasetteki benzerlerine karşı Erdoğan eski günlerdeki gibi kükredi:
“Bizim için en güzel ant, İstiklal Marşı dışında bir ant tanımıyoruz, tanımayacağız”
GURUR DUYDUĞUM ÜLKEM VE CUMHURBAŞKANIM
Üstüne, Af konusundaki etik duruşunu, ahlaki ilkesini bir kez daha, kararlılıkla yine vurgulayınca, bir daha dedim ki, “işte benim partim ve benim genel başkanım budur”…
Anlayacağınız, Salı günü benim için her açıdan gurur vericiydi.
Bu sütunda zaman zaman yanlışlarını eleştirdiğim AK Parti’nin, doğrularını alkışlamak, onunla gurur duymak ve canla başla yardım etmeye çalışmak da boynumuzun borcudur.
Yeter ki benim Cumhurbaşkanım, benim partim ve benim ülkem hep böyle olsun. Canımız feda.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.