Refah toplumu ancak demokrasi ile mümkün
Popülist-otoriter liderlerin ülkeleri tek tek teslim aldığı günümüzün otokratlar çağında demokrasinin erdemlerini konuşmak hiç kolay değil. Düşünün ki ikiyüz kırk küsur yıllık bir demokrasi geleneğine sahip Amerika’da yaşlı bir ihtiyar paldır-küldür demokrasi evinin içine dalıyor ve insan hakları temeline dayalı bütün değerleri yerle bir etmeye çalışıyor. Rusya’daki yarı diktatör Putin, dışı komünist ambalajla süslenmiş, içi devlet kapitalizmi ile beslenen Çin’in diktatörü Şi Cinping zaten antidemokratik bir dünyanın liderleri...
Şimdi Brezilya’da da kafadan gayri müsella bir diktatör özentisi devlet başkanı seçildi. Adam açıkça diyor ki: “Ben diktatörlükten yanayım, ben işkenceden yanayım. Pinochet (Eski Şili diktatörü) daha çok insan öldürmeliydi.”
***
Bir başka örnek; Avrupa demokrasileri içinde yer alan Macaristan, Polonya ve Çekya gibi ülkelerde iktidara gelen popülist liderler hem demokratik değerlerden hem de hukukun üstünlüğünden hoşlanmıyorlar. Ancak tehlike sadece bunlarla da sınırlı değil, Avrupa’da popülizm kervanına katılmaya hazırlanan başka ülkeler de var. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda yeni otoriter liderlerimiz olacak.
Bu tablo aslında hepimizi umutsuzluğa sevkeden, canımızı yakan bir duruma işaret ediyor. Ama kabul etmek gerekiyor ki kelimenin tam anlamıyla bir otoriterlik mevsimi yaşıyoruz. Bugünkü Avrupa’nın geçmişteki akrabaları bu diktatör özentileri yüzünden büyük acılar yaşamalarına rağmen, şimdiki kuşaklar da yeniden aynı karanlık iklime dönmeye can atıyorlar.
Eğer acıları yaşamaya talip oluyorsak, yapacak bir şey yok demektir. Demek ki diktatörlerle aynı yatağa girmeden demokrasinin kıymetini anlamak her zaman mümkün olmuyor.
Maalesef diktatoryal rüzgârların güçlü estiği dönemlerde insanlara demokrasiyi anlatmak mümkün değil. Oysa bugün kullandığımız teknoloji harikası cep telefonlarından, bindiğimiz arabalara kadar bütün teknolojik aygıtlar özgür demokratik dünyanın ürettiği ürünlerdir.
Biliyorum bu analize birileri “Durum senin sandığın gibi değil, mesela Çin demokratik bir ülke olmadığı halde dünyanın büyük teknoloji gücüne sahip, peki buna ne diyeceksin?” diyerek itiraz edeceklerdir. Evet, Çin ekonomik anlamda güçlü bir ülkedir ama asla bir refah toplumu değildir. Mesela şu anda Çin’de kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) yaklaşık 7 bin 800 dolar düzeyindedir. Oysa demokratik ülkelerdeki bu oran çok yüksektir ve Çin’le kıyas yapmak bile mümkün değildir. Mesela Almanya’da bu rakam 51 bin dolar, Amerika 62 bin dolar, Danimarka’da 63 bin dolar, İsviçre’de 84 bin dolar, Norveç’te 52 bin dolar, Fransa’da 44 bin dolar, İspanya’da 32 bin dolar, Hollanda’da 55 bin dolar civarındadır.
***
Bir ülkenin kalkınmışlığı sadece ürettiği teknoloji ile ölçülmez, kalkınmışlık göstergesinin oluşumu teknolojik üretim ve toplumun refah katsayısının yükselişi ile birlikte değerlendirilir. Oysa bugün Çin’deki büyük teknolojik üretime rağmen toplumun refah düzeyi düşüktür. Yani Çin bir refah toplumu değildir. Çünkü refah toplumunun yaratılması ancak demokrasi ile mümkündür. Hemen hatırlatalım, bugün dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların Çin’de yaşamak gibi bir hayali bulunmamaktadır. Zira özgürlüklerin, insan haklarının olmadığı toplumlar hiçbir zaman cazibe merkezi olamazlar. Yani ‘güçlü ülke’ olmak, refah toplumu olmak anlamına gelmiyor.
Eğer öyle olsaydı nükleer silah üreten Kuzey Kore de herkesin gıpta ile baktığı bir ülke olurdu. Ama biliyoruz ki bu ülke acımasız bir diktatör tarafından yönetiliyor ve dünyanın yaşayan en canlı hapishanesi... Herhalde aklı başında olan hiç kimse bir hapishanede yaşamayı tercih etmeyecektir.
Dolayısıyla diktatörlerin yönettiği ülkelerin ‘güçlü ülkeler’ olduğu palavrasına dayanarak demokrasi karşıtlığı yapmak, kelimenin tam anlamıyla bir palavradan ibarettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.