O "saflık" Ayşen Gruda'dan önce gitmişti
Sinema bizi öğretmen gibi terbiye ediyordu. Bu, herkes için geçerli değil. Bilhassa bizim kuşağımız, 50’lerin sonlarında ve 60’ların başlarında doğmuş olanlar için geçerli.
(Bizden sonraki kuşağın mürebbiyesi televizyondur. Televizyon da başlangıçta çok kötü bir mürebbiye değildi, Dallas, Flamingo Yolu gibi diziler milleti ekranlara çivileyinceye kadar.)
Ne vardı o zaman sinemanın ‘müfredat’ında?
Parayla saadet olmaz.
Hırsızlık kötüdür.
En yüksek değer aşktır.
Sevdiğimi alamayacaksam ölürüm daha iyi.
İnsan namusu için yaşar.
Böyle şeyler.
Ağaları sevmeyiz.
Patronları sevmeyiz.
Garibanları severiz.
Ama dürüst olan garibanları.
Patron yalakalarını, yavşakları, hile hurda yapanları, tuzak kuranları, sefil, kirli tipleri sevmeyiz.
Erol Taş’ı, Kazım Kartal’ı, Sütçü’yü (Galiba Süheyl Eğriboz’du adı) Hayati Hamzaoğlu’nu, Altan Günbay’ı... Bunların yanına Suzan Avcı’yı da eklemek lazım.
Tabii ki canlandırdıkları tipleri sevmeyiz. Yoksa, bu insanlar nihayet oyuncu. Herhalde canlandırdıkları kötülükler bunlara yazılmaz!
Öte yandan Kadir Savun’u severiz. Münir Özkul’u, Hulusi Kentmen’i, Süleyman Turan’ı, Mualla Sürer’i severiz.
Çünkü dürüsttürler. İyilik yaparlar. Kötülüğe mani olmaya çalışırlar.
Ne güzel bir dünya değil mi?
Evet, günlük hayatlarında Kazım Kartal’ı veya ‘Sütçü’yü taklit edenler hiç eksik olmadı. Ama genel olarak bu terbiye tutmuştu.
Yeşilçam’ın ‘değer’leri toplumda karşılık bulmuştu.
Aynı değerler, Yeşilçam yapımı komedilerde de geçerliydi.
Sinemada ilk kimlere güldük diye hafızamı yokladığımda ‘Cilalı İbo’ (Feridun Karakaya) ve Öztürk Serengil’ gözümün önünde canlanıyor.
Zeki Alasya-Metin Akpınar ikilisi de halkımızı çok güldürmüştür.
(Bana o zamanlar Türkiye ‘komedi’ye daha müsaitti gibi geliyor. Bu, sinemadaki eleştirel bakışa da yansıyordu.)
Fakat, Türk sinemasının gerçek komik yüzü Kemal Sunal’dır.
Mesela, Şener Şen de büyük komedyen. Hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki Kemal Sunal’dan daha usta bir oyuncu. Yüzü de buna müsait.
Ama Kemal Sunal kadar müsait değil.
Kemal Sunal’ın dünyada da bir denginin olduğunu zannetmiyorum.
***
Bizim zamanımızda ‘Yavru İle Katip’ diye anılan Franco Franchi ile Ciccio Ingrassia ikilisi ortalığı kasıp kavurmuştu. Zannediyorum seslendirmeleri yapan metin çevirilerinde de muhtemelen etkili olan Altan Erbulak ve Erol Günaydın’ın Yavru İle Katip’in Türkiye’de alaka görmesinde büyük etkisi olmuştur.
Fransız Komedyen Louis de Funes de harikaydı. İlk seslendirmelerini kim yaptı bilmiyorum. Burnunu birisi tutuyormuş gibi konuşurdu. Sonraki seslendirmelerinde sesi normaldi ve tabii ki komik değildi.
Fakat Kemal Sunal’ın yüz zenginliği bütün komikliklerin fevkindeydi.
Ortaokul ve Lise çağımda çok yakın bir arkadaşım vardı. Genç yaşta rahmetli oldu. Yusuf Karakuş.
Altlı üstlü otururduk, aynı evin oğulları gibiydik.
Birlikte çok sinemaya gitmişizdir.
Bir defasında Tarık Akan’la Filiz Akın’ın başrolleri paylaştığı bir filme gittik.
Zeki Alasya da galiba Basketbol antrenörüydü o filmde.
Kemal Sunal’ı ilk kez o filmde gördük. Birkaç repliği vardı ama her saniyesi çok komikti.
Yusuf da ben de ‘bu adam çok komik’ demiştik.
Bu hafta vefat eden Ayşen Gruda da Yeşilçam’ın en komik kadın yüzüydü.
Hayır, yanlış söyledim. Yüzü aslında o kadar komik değildi.
Oyunculuğu komikti.
O yüzü komik yapmak zekayla mümkün olur.
Filmlerdeki saf ve biraz da salak kızı veya kadını canlandırabilmek için ortalamanın çok üstünde bir zekaya ihtiyaç vardır.
Saflığı ve salaklığı analiz edecek, buna ilaveten seyircinin bakışına da hakim olacak bir zekaya.
İşini başarıyla, hayatının son demlerine kadar yaptı ve gitti Ayşen Gruda.
Ömürdür, tüketirsin, gidersin.
Fakat eğer isterseniz, bu hüzünlü gidişleri başka bir şeyle eşleştirebilirsiniz.
Yeşilçam’ın ‘müfredat’ındaki saflık ve ‘ahlakilik’ zaten kalmadı. Herkes çakal oldu.
Bu son ‘gidiş’lerle birlikte Münir Özkul’un, Kemal Sunal’ın, Ayşen Gruda’nın ve başkalarının sinemada temsil ettikleri saflık sadece sinemadan değil, hayattan da çekildi sanki.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.