Tarihimizdeki ‘biat’ kampanyasını sorgulamadan...
Genel olarak İslam toplumlarının tarihsel tecrübesi üzerinden değerlendirme yapıldığında eleştirel düşüncenin gelişmediği yönündeki kanaatin güçlü olduğunu görürüz. Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan iktidar mücadelelerinde yaşananlar bu kanaati daha da güçlendirmiştir. Özellikle hadislerin toplanması sürecinde, taraflar sıhhati tartışmalı pek çok hadis üzerinden iktidar mücadelesi vermeyi tercih etmişlerdir.
Maalesef İslam toplumunda Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan kırılma, sadece Müslümanlar arasındaki kavgayı derinleştirmekle kalmamış aynı zamanda Hz. Peygambere isnat edilen hadisler kullanılarak mücadele adeta bir ‘biat’ kampanyasına dönüştürülmüştür.
Mesela Müslim’de de yer alan bir hadise göre Huzeyfe’ye Hz. Peygamber şöyle buyurmuş: “Emiri dinler ve itaat edersin. Sırtına vurulsa, malın alınsa dahi dinle ve itaat et.” Aynı şekilde İbn Sa’d’in naklettiğine göre de Hz. Peygamber “Kim biat etmeden ölürse müşrik olarak ölmüştür” buyurmuş. Kuşkusuz bu biat kampanyası sadece Hz. Peygambere isnat edilmekle kalmamış, bazı sahabe de bu görüşe iştirak etmiştir.
Oysa biliyoruz ki, sahabe de insan olması hasebiyle kusurdan beri değildir ve eleştiriye muhatap olmak durumundadır. Unutmayalım ki Kur’an Hz. Peygamber’in “vahiy alan bir beşer” olduğunu değişik vesilelerle dile getirir. Kehf suresinin 110. Ayeti şöyledir: “Ey peygamber! De ki o müşriklere: “Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak şu var ki bana Allah tarafından ‘Sizin ilahınız/tanrınız bir tek ilah/ tanrıdır’ diye vahyediliyor...”
Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu Hoca, “İslami Tenkid Zihniyeti ve Hadis Tenkidinin Doğuşu” adlı kitabında Hz. Peygamberin istişareye ve eleştiriye verdiği önemi şöyle anlatıyor: “Vahiy dışı tasarruflarında Hz. Peygamber İslam cemaatiyle müşaverede bulunup onların makul teklifleriyle hareket etmiş ve bazı hadiseler vesilesiyle Müslümanlar tarafından tenkidlere maruz kaldığı anlar olmuştur. Bu keyfiyet, İslam’ın bünyesinde fikir hürriyetinin tabii bir neticesidir.”
Sahih İslami kaynakların bize öğrettiği hakikat şudur; Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra, maalesef sıhhati tartışmalı hadisler ve hatta ayetler de kullanılarak çok kıyıcı bir hilafet ve saltanat kavgası yürütülmüştür ki, bu Müslüman dünyanın en derin yarasıdır. Şu bir gerçek ki özellikle sünnet ruhuna uygun bir yönetim anlayışına itibar etmeyen Emevi hilafeti döneminde, ne zaman bir hadise ihtiyaç hissedilmişse, bu konuda hemen bir hadis rivayet edilmesi dikkat çekicidir. Elbette halifeleri sünnetin ruhuna uygun davranmaya çağıran alimler de olmuştur, ancak yönetim erkinin gücü makul seslerin yaygınlık kazanmasına izin vermemiştir. Hatiboğlu Hoca’nın ifadesiyle “saray ilahiyatçıları”, yönetimin ihtiyacı olan hadisleri rivayet etmekte son derece cömert davranmışlardır.
İşte hilafet ve saltanat kavgalarıyla başlayan zihniyet kırılması, Müslüman dünyada yüzyıllara yayılan ve de dinle tahkim edilen “itaat kültürü”nün derinleşmesine vesile olmuş ve ne yazık ki böyle bir atmosferde eleştirel düşünce gelişememiştir.
Bugün İslam toplumlarında neden hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem inşa edilemediğini, neden hep özgürlük karşıtı despotik rejimlerin kazanıyor olduğunu anlayabilmek için, galiba öncelikle beslendiğimiz geleneksel İslam kültürünü sorgulamamız gerekiyor.
Aslında, dinin bir bakıma araç olarak kullanıldığı hilafet ve saltanat kavgalarının dışına çıkarak, biraz olsun Hz. Peygamberin istişare ve eleştiriye açık örnek hayatı üzerinden bir okuma gerçekleştirebilsek eminim günümüz İslam dünyasının eleştirel bakışa ne kadar ihtiyacı olduğunu daha iyi anlarız. Ve daha da önemlisi, insan hakları temeline dayalı bir demokratik sistemin esasını oluşturan hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerinin halen yaşadığımız problemlerin çözümünde ne kadar elzem olduğu gerçeğini daha sağlıklı bir şekilde anlamış oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.