Laik düzende din ve ahlak denetimi
“Halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olan” laik Türkiye'de İslam'ın bazı kesin emirlerini, yasaklarını, kurallarını yerine getirmek mümkün değildir. Bunlardan biri de “dini ve ahlaki denetim ve ıslahat” manasına gelen emir bi'l-ma'rûf…”tur. Bir çok âyette ve hadiste Müslümanlara, açıkça ihlal edilen bir din kuralına (emrine, yasağına) karşı tavır almaları, ihlali elleriyle, dilleriyle ve tavırlarıyla engellemeye çalışmaları emredilmiştir. Allah son dinin kıyamete kadar her halde ve şartta yaşanması istemiştir, ama aynı zamanda dini yaşayanların zorluğa, güçlüğe, çıkmaza düşmelerini de istememiş, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şey ile yükümlü kılmamıştır. Bu sebepledir ki, dini denetim ve islah vazifesini de güç ve imkanlarla sınırlamış, “Eliyle düzeltemeyen diliyle, diliyle düzeltemeyen kalbiyle yapsın” buyurmuştur.
İslam devleti oluşup gelişince, herkesin yanlış gördüğü bir davranışı eliyle (müdahale ederek, gerekirse güç kullanarak) düzeltmeye kalkışması kamu düzeninin bozacağı için vazifenin bu kısmı devletin görevleri arasına alındı, bunun için “hisbe, ihtisâb” gib isimlerle de anılan bir teşkilat kuruldu. Geriye dil ile (anlatma, uyarma, öğüt verme…) ve kalp ile (dostluğu bozma, ilişkiyi kesme, yüzüne gülmeme, tasvip etmediğini belli eden tavır içinde olma gibi) olan vazife kaldı. İşte bu vazife için de bazı şartlar kondu:
1. Kötü, aykırı ve yanlış görülen bir davranış genel ve kesin olacak. İhtilaflı, birden fazla görüş ve yoruma açık, mezhepler arasında farklı olan durumlar için bu vazife yapılamaz. Mesela mezhebine göre helal olduğu için at, tilki, karides, midye, istakoz, köpek balığı, ahtapot… yiyen bir kimseye, farklı mezhebe bakarak “bunu yapma, caiz değil” gibi uyarılarda bulunmak uygun olmaz.
2. Bu vazifeyi yapan kimse İslam bilgisi, ahlak ve eğitim bilgisi bakımından ehliyetli olacak.
3. Bir yanlışı düzelteyim derken daha büyük ve önemli olanın gerçekleşmesine sebep olunmayacak. Bir kimsenin amelî (yapıp etmekle ilgili) bir kusurunu ıslah edeyim derken beceriksizlik, uygun yöntemi bilmemek yüzünden kişinin imanına zarar verilirse veya daha büyük bir günah işlemesine yol açılırsa bu durumda o vazife yapılmaz.
Bunlar İslam'ın hukuki, siyasi ve sosyal düzene temel olduğu topluluklar içindir.
Laik bir ülkede ek şartlar söz konusu olacaktır. Bunların başında, yapacağınız uyarı, düzeltme, öğüt vazifesinin karşı tarafça nasıl algılandığını dikkate almak gelir. Eğer karşı taraf bunu haksız bir baskı, müdahale, özgürlüğünü sınırlama, taciz… olarak algılıyorsa ve bu algılayış laik ülkede öne alınıyor, dinini yaşamak isteyen Müslümanların hürriyetlerinin daha çok sınırlanmasına sebep oluyorsa bu davranıştan vazgeçmek gerekir. Laik demokratik düzen çoğulcu ve eşitlikçidir. Çoğulcu olduğu için farklı guruplar, kendi inançlarını ve hayat tarzlarını açık ve engelsiz yaşarlar. Eşitlikçi olduğu için Müslümanlar, Müslüman olmayanlardan üstün değidir, Müslümanların ayıp ve günah olarak gördüğü davranışlar, eğer ülkenin kanunlarına göre serbest ise Müslümanlara, bunları ayıplama ve engelleme hakkı tanınmaz. Genel olarak, şahıs göstermeden “Bizim inancımıza göre şu ayıptır, bu günahtır, şöyle olan daha üstün ve makbuldür…” denebilir, ama şahıslara yönelik olarak bunu yapmaya izin verilmez.
Hollanda'ya bir gittiğimde dostlarım bana “Hocam, bu ülkede konuşurken aman Yahudiler ve eşcinseller aleyhinde bir şey söylemeyin dediler ve bunun oldukça kesin ve keskin yaptırımlarını anlattılar.
Hem laik ülkede dini yaşayanlar hem de İslam ile laik demokratik düzenin birbirine aykırı olmadığını iddia edenler yukarıda yazılanlar üzerinde bir daha düşünsünler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.