İşte bu kadar...
CHP ülkemizin kuruluşunda var edilen bir parti. Bununla da her zaman övünmüş bir parti. “Ülkenin en eski partisi”, “Atatürk’ün partisi” ve benzeri söylemlerle. Halkın partisi olarak yola koyulmuş ancak yolda bir yerde, belki bir kavşakta, belki bir dönemeçte feci şekilde başka bir yola sapmış, o minval üzere de ağır ağır yol almış bir parti CHP. Ama bu arada tarihi başlangıcına hiç ödün vermeden sadık kalmış, Nuh demiş peygamber dememiş, “Bizden önce bu ülkede kimsecikler yoktu” diye göğüs kabartan bir parti de. Girilen yalnış yol, dönülmemesi gerekirken alınan dönemeç ne olmuş peki bu arada? Hiiiç. Hiçbir şey olmamış. Sapıldığı taaa o günden beri almış başını gitmiş o yol. Beraberinde de CHP. Nereye mi? Kötü bir yere. Kurak mı kurak, bozkır mı bozkır bir yere. CHP bu olmadık yere varana kadar, kendini öyle bir kaptırmış ki, ne başını kaldırmış bakmış, “Neredeyim, nereden gelir, nereye giderim” diye sormuş, ne de “Ben bu yolda yalnız mıydım ayol, ilk sapakta epeyi bir kalabalık vardı ama şimdi öyle bir yerde buldum ki kendimi, in cin top oynuyor, bir de ben” demiş. Hal böyleyken CHP kendini yüksek yüksek tepelerin, öyle yeşillikli ağaçlıklı tepelerin değil, sarp kayalık tepelerin, ucu tepesi gözükmeyen karlı dağların ortasında buluvermiş. Sağa bakmış kimse yok, sola bakmış kimse yok. Nereden çıktığını kendi de unuttuğu o yol var ya, işte o yolun başından beri yere bakarak yürüdüğünden, ona selam verip hal hatır sormak isteyen bir dizi insanı duymazdan geldiğinden, herkesleri de küstürmüş mü! Küstürmüş. Onun için de şimdi etrafında dikilen, adeta ezecekmiş gibi üzerine üzerine gelen sıra dağlara bakakalmış.
Günler geçmiş, aylar geçmiş, hatta yıllar geçmiş. Önce etrafına kızan, “Beni neden yalnız bıraktılar, neden beni hiç uyarmadılar, Allah’ın bir kulu da mı yoktu ki bana ‘Yalnış yoldan saptın, dön bakayım şöyle’ diyecek” diye serzenişte bulunan CHP, sonraları düşün düşün, daha iyi anlamaya başlamış olanları. “Ha...” demiş. “Aslında ben başkasını suçlarken kendimi hep mazur gördüm, aslında beni uyaranlar oldu ama ben laf söz dinlemedim, kibrim kulaklarımı sağır etti, gözümü görmez etti” demiş. Demiş ama, bir taraftan da “Emin miyim ben, haksızlık edilen taraf ben değil miydim” diye de arada bir aykırı fikirler kafasını sarıvermiş. Velhasıl, durumu tam kabullenememiş hiçbir zaman CHP. Huysuz ve söz dinlemez tarafı, mülayim hoşgörülü tarafına hep ağır basmış. Ama nasıl olduysa, o ıssız dağ başında bir gün peyda olan yolcudan, yine nasıl olduysa bir nasihati dinleme mütevazılığını göstermiş. CHP ya! Olmuş işte! O gün de dinleyeceği, yolcunun laflarına kulak vereceği tutmuş. İyi ki de tutmuş çünkü; yolcu ona güzel bir yol göstermiş. Bu ıssız, kurak, batak yerden çıkıp gitmesi, yalnış yaptığı dönemece tekrar dönmesi, kaybettiklerine kavuşması, onlarla helalleşmesi, sonra da kıyamete dek ebediyyen mutlu mutlu yaşaması için. “Sen!” demiş yolcu: “Git şu tepenin yanından uzaklara, ötelere seslen! Küstürdüklerinin bir bir adını çağır!” “Olur mu hiç öyle şey” demiş CHP, alaylı alaylı gülerek, “Beni kim duyacak bu dağ başında?” “Sen hele bir seslen” demiş yolcu, “Seslen de gör bakalım duyan oluyor mu?” Nitekim, yolcu haklı çıkmış, CHP’nin sesini duyanlar bir bir ona yönelmiş. Bir bakmış CHP, etrafı bir zamanlardaki gibi sarılmış. Ama CHP bu ya, içi yine fokur fokur kaynamaya başlamış! Rahat duramaz olmuş. Ona teveccüh edip taaa nerelerden işini gücünü bırakıp kalkıp gelenlere, ‘davete icabet etmek lazım’ düsturuyla hareket edenlere bir bir kusur bulmuş. “Sen şöylesin, öteki böyle, şuran şöyle, buran böyle, şöyle giydin, böyle ettin, şunu aldın, bunu sattın” diye... Misafir ya bunlar da, “Sen misin bize böyle davranan, daha bir soluklanma fırsatı vermeden kusur bulan, ne umduk ki ne bulacaktık, zaten hata baştan bizdeydi” deyip toparlanıp yola düşmüşler... Tekrar... Gerisin geri... Geldiklere yere. CHP mi? O da bakakalmış arkalarından. Yarı şaşkın. Yarı kızgın.
İşte size bir çarşaf açılımının anatomisi!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.