28 Şubat ve AK Parti
-Ak Parti 28 Şubat'ın ürünü mü? Bu soru, şimdilerde iki kesim tarafından "Evet, AK Parti 28 Şubat'ın ürünü" şeklinde cevaplanıyor. Bir kesim, AK Parti'nin içinden geldiği camia. Refah-Fazilet-Saadet camiası. Bu kesimde oluşan söylem şöyle:
-Dünya sistemi bizi yıktı, Ortadoğu'da daha kolay kullanılabilir bir yapı olarak AK Parti'yi kurdurdu ve iktidara getirdi. Bunun bir delili, Tayyip Erdoğan'ın parti oluşurken ABD-AB başkentlerinde yaptığı temaslar, diğeri de Türkiye'yi yönetmeye başladıktan sonra Refah'ın başlattığı ve Batı'yı çok rahatsız eden D-8 projesini bırakıp, BOP'un eş başkanlığına soyunulmasıdır.
AK Parti'yi 28 Şubat'ın ürünü olarak gören ikinci kesim, laik-Kemalist-ulusalcı camia... Öteden beri, 12 Eylül'den sonra Türk-İslam sentezi formülünün devreye girdiğini düşünen bu kesim, 28 Şubat'tan sonra kısa sürede kurulup iktidar olan AK Parti formülü ile de Ortadoğu'da "Ilımlı İslam" projesinin devreye sokulduğunu, böylece Türkiye'nin laik karakterinin tahrip edildiğini ifade ediyor. Bu kesim de işin arkasında Amerika'nın bulunduğunu düşünüyor.
Her iki kesim AK Parti'yi, 12 Eylül sonrasında kurulan ANAP'a benzetiyor. Tayyip Erdoğan'ı da, Amerika ile iyi ilişkiler içinde bulunan Turgut Özal'a....
Kanaatimce, her iki yaklaşımın ana zaafı, AK Parti'nin (Tıpkı Özal'ın ANAP'ı gibi) gerçekte bir toplumsal karşılığının var olduğunu görmezden gelmeleri, Amerika'nın askerleri (12 Eylül'de) olduğu gibi halk iradesini de yönlendirecek bir etkinliğe sahip olduğunu düşünmeleridir.
Buna karşılık her iki camia, hem Refah söyleminin hem de laik-Kemalist-ulusalcı söylemin halkla ilişkide yaşadığı sorunu dikkate almamaları, bu değerlendirmenin diğer zaafını oluşturuyor.
Buradaki bir diğer problemli durum da, Refah söyleminin özde, "AK Parti ile İslami hareketin yozlaştırıldığını" düşünmesi, buna mukabil, laik-ulusalcı-Kemalist söylemin, uluslararası sistemin "AK Parti ve ılımlı İslam projesi ile laikliğin elden gittiği ve tedrici bir İslamlaşmaya gidildiği" kanaatine sahip olmasıdır.
Burada ortaya çıkan sorular şunlar: Acaba AK Parti hangi misyondadır ve uluslararası sistem AK Parti ile neyi gerçekleştirmektedir? 28 Şubat aktörleri, uluslararası sistemle iç içe iseler, AK Parti'nin iktidara gelmesinden memnun mudurlar? AK Parti 28 Şubat projeleri ile barışık mıdır? AK Parti, 28 Şubat aktörleri ile barışık ise geçen 6 yıl neden, kapatma davası açılması dahil, müthiş bir gerilim ortamında geçmiştir?
Bu noktada şunları not etmeyi gerekli görüyorum:
-Refah Partisi ve 28 Şubat'a maruz kalan Refahyol iktidarı döneminde ben, bu hareketin çok daha geniş toplum kesimlerine ulaşabileceği, bunun için de ciddi bir özeleştiri yapması gerektiği üzerinde durmuştum.
-AK Parti bu özeleştiri sürecinin içinde kuruldu. Tayyip Erdoğan'ın bir toplumsal karşılığı vardı ve o yerini buldu. Amerika ve ötekiler halkı oluşturmadı, "Halkta karşılığı bulunan bir liderle nasıl uzlaşırız"ın üzerinde çalıştı. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları da, uluslararası sistemle çatışmamayı, Türkiye'de çok zor olan "ayakta kalabilme" işinin gerekli şartı olarak gördüler.
-AK Parti hükümetinin BOP'taki eşbaşkanlığı karşısında eleştirel tavır aldım. Bu, İslam coğrafyasına karşı riskli bir işti. Şimdi şunu görüyorum: AK Parti hükümetinin dış politika kurucuları, Ortadoğu'da, Amerikan politikalarına eklemlenme ve çatışma ilişkisini değil, işin içinde yer alıp, mümkün olduğu ölçüde dengelemeyi reel-politika olarak tercih etmişlerdir. Bunun başarısı ve doğurduğu sorunlar tabii ki tartışılabilir. Ama geçen 6 yılda Türk-ABD dış politikalarının birebir örtüşmediği gerçeği gözardı edilemez. Diğer alternatif, meydan okumaktır, D-8 projesi bir anlamda budur, ama bunu Türkiye taşıyabilir mi sorusu, dikkate alınması gereken bir sorudur. Eğer Refahyol'un tasfiyesi, bir uluslararası proje ise, tasfiyeye mani olamamak da, bir değerlendirme eksiğidir. Atın üstünde durmak, Türkiye'de hep çok önemli bir sorun olarak gelmiştir.
-AK Parti olayının tahlil edilmesi gerekli bir de, "değişme-yenilenme" boyutu vardır.
AK Parti bir değişme-yenilenme projesi ise, bu kötü bir şey midir? Şöyle düşünüyorum: 28 Şubat'a gelirken ve ondan sonrasında, Refah-Fazilet-Saadet, kendi içinde hiç değişmeme kararlılığında yürümüyordu. Orada da, değişme girişimleri olmuştu ama bu sağlanamadı. Sanırım o günkü kadro yapısı buna muvaffak olamadı. Sebepleri tartışılabilir. Ama bugün bile, Numan Kurtulmuş ile yapılmak istenen, dozu, niteliği şu bu ölçüde olabilir ama yine de toplumla farklı bir iletişimi sağlama girişimi, yani değişimdir. AK Parti'de yaşanan değişimin niteliği de tabii ki irdelenmelidir. Bu partiyi kuran kadrolar, neden siyaset içinde yer aldıklarını, şimdi nerelere geldiklerini tahlil edeceklerdir.
-Hâlâ 28 Şubat var ve AK Parti ikinci dönem, hem de oylarını yüzde 12 artırarak iktidar olmasına rağmen hâlâ 28 Şubat'la sorunlu durumda. 28 Şubat'ın sivil-asker uzantıları hâlâ, ellerinden gelse Tayyip Erdoğan'ı bir kaşık suda boğmak isteyeceklerdir. Erdoğan'ın halk karşılığı, bu hesaplar karşısında hâlâ en önemli gücü.
-AK Parti dış politikada Amerika ve AB ile mutlak uyum içinde gözükmüyor. Her iki dünyada hâlâ "Türkiye'nin ekseni" ve "Eksen kayması" konusunda kafa karışıklığı yaşanıyor.
-Türkiye, şu anda da kendisini mutlak anlamda "Batı ekseni" içinde değerlendirmiyor. Batı ile iyi ilişkiler sürdürmeyi tercih ediyor ama çok eksenli bir dış politika açılımını da geliştirmeye çaba sarf ediyor.
-Bana göre AK Parti, 28 Şubat'ın toplum tarafından reddinin sembolüdür. 28 Şubat, AK Parti ile ne kadar etkisiz kılınabilmişse, Türkiye'de halkın gücü de, demokrasinin etkinliği de o kadardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.