Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Önce vur, sonra empati bekle...

Önce vur, sonra empati bekle...

Doğrudur, ‘siyasal simge’ olarak türban, hayatımıza, 1980’lerin ikinci yarısında girdi.

Giriş o giriş.

Türbanı (ya da başörtüsünü, fark etmiyor), ‘siyasal bir remz’ olarak görünür kılan şey, bizim (o kendimize özgü) siyasallaşma serüvenimizdir.

Hadi açık konuşalım:

Bazı siyasi partilerin (‘merkez kaç’ olarak tanımlanan partilerin) etrafındaki ideolojik kümelenme, bir dönem, değer tercihleri arasına türbanı da kattı ve iş ‘özgürlükler sorunu’ olmaktan çıkıp ‘türban sorunu’na dönüştü.

Bu arızi bir dönemdir.

Bitti.

Başka bir Türkiye’ye elverdi.

Siyaset de değişti, ideolojiler de, ideolojilere rengini veren değer tercihleri de.

İster başörtüsü, ister türban, artık sadece ‘aidiyet’ belirtmiyor.

İdeolojik bir istikamet de göstermiyor.

Başka bir Türkiye’nin tartışmaları bunlar.

Başka bir Türkiye’nin tartışmasıyla bu Türkiye’nin sorunlarını çözemeyiz.

Evet, türban ya da başörtüsü, ‘simgesel’ değerini korumaya devam ediyor. Ama türbanı simgeleştiren ve ‘özgürlükler skalası’ndan çıkaran şey, onu takanların değil, ona karşı çıkanların tutumu...

Çünkü türban, ona karşı çıkanlar açısından hálá en güçlü siyasal simge.

Bu demek değil ki, türbanlı sayısının artışı karşısında paniğe kapılan kesimlerin korkusu yersizdir. Bu korkuyu izale edecek olan, bizatihi ‘korku’nun kaynağını oluşturan kesimlerdir.

Fakat ‘korkular’dan yola çıkarak da anlayamayız durumu.

İstatistikle hiç anlayamayız.

İşte kaç gündür bir gazetenin yaptığı araştırmayı ve ortaya çıkan ‘ürkütücü rakamları’ tartışıyoruz.

Rakamlar neyi ifade eder?

İstatistik bilimi hangi sorunu çözer?

Madem ortada, belli kesimlerin hoşuna gitmeyen bir tablo var.

Bu tablo, Türkiye’nin içinde bulunduğu istikametten, yani ‘modernite’ dediğimiz olgudan bağımsız bir şey mi?

Bu konuyu elbette sosyologlar, siyaset bilimciler tartışacak. Nilüfer Göle’nin, bugün bazılarının burun kıvırıp geçtiği, ‘modern’ ve ‘mahrem’ kavramlaştırması, sorunu anlamak ve çözmek isteyenler için hálá ciddi ipuçları sunuyor.

Fakat işin bir de ‘haklar’la ilgili güncel bir boyutu var:

İnsanların kılık-kıyafetlerini kayıt altında tutan, onlara nasıl giyineceklerini, nasıl davranacaklarını, kamusal alana hangi şeraitte çıkacaklarını vazeden (daha doğrusu dayatan) ilk ve ne yazık ki tek ülke, Türkiye Cumhuriyeti devleti...

Konu, kimin niçin, hangi gerekçeyle örtündüğü ya da açıldığı olmamalı.

Daha önce de yazmıştım.

Net anlaşılsın diye bu kez daha tane tane gideyim:

Din, hiç kimsenin, hiçbir grubun, hiçbir cemaatin, hiçbir siyasi partinin tekelinde değildir.

Bazı Müslüman kadınlar örtünür.

Bazı Müslüman kadınlar örtünmez.

Hiç kimse, örtünmeyenlere ‘dinsiz, iffetsiz’ gözüyle bakamaz. Çünkü örtünmemek, kimseyi dinden çıkarmaz.

İsteyen örtünür, isteyen örtünmez.

Kimi, ‘dinin emri’ saydığı için örtünür.

Kimi, birileri (babaları, abileri, kocaları) onlara ‘örtünün’ dediği için örtünür.

Kimi, canı öyle istediği için örtünür.

Kimi, yakıştığını düşündüğü için örtünür.

Kimi, toplumsal bir statü elde etmek için örtünür.

Kimi, ‘bireysel özgürlüğünün simgesi’ saydığı için örtünür.

Bu da hiç kimseyi, hiçbir ‘erk’i, hiçbir devleti, hiçbir Ertuğrul Özkök’ü ilgilendirmez.

Önce bu nosyona sahip olalım... Sahip olalım ki, araştırmaların ortaya çıkardığı ‘ürkütücü rakamları’ tartışmaya hak kazanabilelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi