Emir komuta zinciri kırıldı
ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama’nın Ankara ziyareti sırasında tartışmaya açtığı ‘model ortaklık’, yıllardır ne anlama geldiğini bilmeye çalıştığımız ‘stratejik ortaklık’ kavramının yerine ikame edilecek gibi gözüküyor.
Düne kadar ABD’nin Avrupa ve Ortadoğu’da iki önemli stratejik ortağı vardı: İngiltere ve İsrail. Sayılırsa bir de Türkiye... 1 Mart 2003 tezkeresinden sonra testi çatladı ve bu ortaklık sadece fantastik bir ifade olarak lafta kaldı.
Türkiye, bu gruptan ayrıldı.
Çok derin dış politika bilgisine sahip olmadan bile bu ülke isimlerine (İngiltere ve İsrail) bakarak ABD açısından stratejik ortaklığın ne anlama geldiğini kaba hatlarıyla tarif etmek mümkündür.
Bu çerçevede, küçük ortaklar açısından ABD’nin küresel veya bölgesel politikalarına kayıtsız şartsız biatını esas alan emir komuta zincirinden söz edilebilir. Küçük ortakların şımarıklıklarına katlanmak ise ABD için tek ciddi fedakarlıktır.
1 Mart sonrası süreçte kırılan bu emir komuta zinciri, Obama yönetimi tarafından ‘model’ halkayla tutturulmaya çalışılıyor.
Türkiye’nin hesabı tuttu
Kuşkusuz, yeni süreci doğuran temel nedenlerden biri, Türkiye’nin yenidünya denklemindeki pozisyonudur. Bölgesel bir güç ve küresel bir oyuncu olarak, Obama’ya dünyayı Bush’tan farklı algılama motivasyonunu kazandıran dinamikleri tetiklemiştir.
Şunu da kabul etmek lazım; Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun ‘Ritmik Diplomasi’, ‘Stratejik Derinlik’, ‘Komşularla Sıfır Problem’ ve ‘Domino Teorisi’ gibi açılımları yeni Türk diplomasisinin odak noktasıdır.
Türkiye, Suriye ile problemlerini büyük ölçüde çözdü. İran’la sıcak bir diyalog kurdu. Irak’a tüm yardım kapılarını açtı. İsrail’in Suriye ve diğer bölge ülkeleriyle diyalog kurabilmesine yardımcı olmaya çalıştı. Filistin’in yanında oldu. Lübnan’da cumhurbaşkanlığı krizinin çözülmesine katkıda bulundu.
Rusya’nın Güney Osetya’ya saldırısı sonrası Kafkasya’da patlayan savaşın sona erdirilmesi için NATO ile Rusya arasında arabulucu oldu. Neredeyse her kıtada boy gösterip BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini söke söke kopardı.
Özellikle Davos’tan sonra Tayyip Erdoğan’ın şahsında Türkiye, neredeyse tüm dünyada ezilmiş halkların sembolü haline geldi. Erdoğan da halinden memnundu, misyonunu şöyle tarif etti: ‘Kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin sesiyim.’
Artık Türkiye, Kanada, İngiltere ve İsrail değildi. Tarih ona yeni bir rol biçiyordu. Anlaşılıyor ki, Türkiye’nin bu yeni rolünü en iyi okuyanlardan biri Obama oldu. Hurafeye dönüşen geleneksel politikalarla geleceği yakalamanın imkansızlığını gördü.
Böylece stratejik ortaklığın küllerinden model ortaklık doğdu.
Barack üstü az Hüseyin
Obama’nın tarihi sözü aynen şöyle: ‘Başarı Türkiye ve ABD’nin model ortaklık oluşturmasıyla mümkün olabilir. Baskın bir Hıristiyan ulusla Müslüman ulus bir araya gelecek ve iki kıtayı birleştirecek.’
Şifre bu cümlede gizliyse, Obama’nın ‘model ortaklık’ sözüyle medeniyetler arası ittifaka gönderme yaparak, dünya barışının iki büyük toplum arasındaki işbirliğinden geçtiğini söylemek istediği anlatılabilir.
Obama öncü rolü ise ABD ve Türkiye’ye birlikte veriyor. Ama rolün tarifi, tebliğden ziyade örnek alınacak modelin oluşturulması prensibine dayandırılıyor.
Sonraki cümlede bu niyeti açıkça görüyoruz: ‘Büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olmamıza rağmen biz kendimizi vatandaşların oluşturduğu, ideallerin birbirine bağladığı bir ulus olarak görüyoruz. Laik bir ülke vaadinin ve hukukun üstünlüğüne saygı gösterme vaadinin sürdürülmesinin Batı ve Doğu olarak birlikte hareket edecek olursak son derece sıra dışı bir etkisi olacaktır.’
Burada üç temel kavrama vurgu var: 1-Laiklik, 2-Hukukun üstünlüğü, 3-Demokrasi.
Anlıyoruz ki, Obama, İslam alemine hukukun egemen olduğu laik ve demokrat bir Türkiye modelini işaret ediyor. En sağlam zemin olarak AB üyeliğini görüyor. ‘Türkiye AB’ye mutlaka üye olmalıdır’ sözünün bir jestten ziyade yeni projenin parçası olarak ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Çünkü, model ortaklığın, Doğu’da Hıristiyan kulübü olarak görülen AB zemininde daha güçlü sinyale dönüşeceği kanaati hakim durumda.
Türkiye açısından baktığımızda ortada yeni bir durum yok aslında. Yıllardır hançeresi yırtılırcasına ‘Ben farklıyım, İslam alemindeki tek laik ve en güçlü demokrasiye sahip ülkeyim’ diye haykırıyordu. Başbakan Erdoğan’ın İspanya ile birlikte medeniyetler arası ittifak projesi için koşturmasının gerisinde yatan hedef de budur.
Nitekim Erdoğan, Obama ile baş başa görüşürken dile getirdiği şu ifade bunu daha açık şekilde ortaya koyuyor: ‘Sizin adınız bile sentez. Hüseyin ve Barack iki farklı kültürü bir arada temsil ediyor.’
Ama bu yeni proje, asla Türkiye’yi Ortadoğu’da İsrail’in yerini alacağı şeklindeki ileri yorumlara sürüklemez. Zaten ABD, Türkiye’yi İsrail’e benzeştiremediği için stratejik ortaklıktan model ortaklığa geçmek istiyor.
Çünkü birinde emir komuta, diğerinde işbirliği vardır. İki ülke arasındaki ilişkinin düzeyini işbirliği şartları belirler, bazen İsrail’den öte kankalık hali doğabilir bazen yollar ayrılır.
Derin analize girmeden şöyle özetleyelim; Barack üstü az Hüseyin. Ya da arkamdan koşma beraber yürüyelim...