Kalemim size emanet

Kalemim size emanet

Eylül 2006 günü Star Gazetesi’ne Ankara Temsilcisi ve yazar olarak başladığımda kimileri 2 ay ömür biçmişlerdi. Üç beş kişi dışında arayıp tebrik eden dahi olmamıştı. Cem Uzan ve TMSF döneminin tüm olumsuzluklarını iliklerime kadar hissettim.

İlk bir ayda en fazla okunan yazımın altında “132” yazıyordu. Sadece 132 kişi okumuştu yazıyı.

Şükürler olsun, 5 yıl sonra yeri geldi, milyonla ifade edilen rekor okunma rakamlarına ulaştığımız yazılarımız oldu. Kitaplarımızın satışı 200 bine ulaştı. Yetmedi, siyasete atıldığımız ilk gün, temayül yoklamasının bir numarasında gördük kendimizi.

Yıllardır halka biçilen ucube kıyafeti paraladıkça halk sahiplendi, halk sahiplendikçe cesaretimiz, heyecanımız arttı. Bu sinerji, hepimizi bir adım daha ileri taşıdı. Statüko can çekişiyor, milli irade kendini daha güçlü hissediyor.
Daha yapılacak çok iş var. Askeri darbe ürünü 12 Eylül Anayasası’na son tekmeyi vurma zamanı geldi geçiyor. 1923’de ilan edilen cumhuriyeti, demokratik zeminde geleceğe taşıma projesi, gün sayıyor.

Kabul etmek gerekir; bugün geleceğe daha güvenle bakıyorsak, gerisindeki en önemli hamle, 9 yıldır çeteler ve derin yapılarla sür
dürülen mücadeledir. AK Parti, Susurluk karşısında acze düşen Refahyol hükümeti gibi davransaydı, paramparça olurdu. Bırakın 2023 hayalleri kurmayı, bir gün sonrasını göremezdi. Ergenekon ve Balyoz sürecini bu perspektiften değerlendirirseniz, Türkiye’nin kazanımlarını daha iyi algılayabiliriz.

Ancak...

Daha önce ifade ettiğim gibi; milletin arazisine kondurulan kaçak yapıları yıkmak için balyoza ihtiyaç duyarsınız, ama demokratik dönüşüm projesi için balyozu bırakıp malayı tutmak zorundasınız.

Biriyle yıkar, diğeriyle yaparsınız. Birinde girdaba kapılır, diğerinde inceliği yakalarsınız. Şimdi demokratik cumhuriyeti inşa süreci başlıyor.

Son dönemde yaşanan hadiseler gösteriyor ki, yeni dönemi okumakta zorluklarımız var. Kendimizi öylesine kaptırdık, çetelerle mücadele, hukuk sınırlarını zorlamaya başladı. Devlet ile çeteleri birbirinden ayıran temel farklılık, hukuktur. Bu çizginin kaybolduğu yerde, kaos başlar ve devlet çeteleşir.

2 yıl önce, Ergenekon’daki tehlikeye dikkat çektiğim, “Bu dava torba dava haline getirilmesin” dediğim yazıyı hatırlıyorsunuzdur. Geldiğimiz noktaya bakın, neredeyse tüm devlet, basılmamış bir kitabın peşinde koşuyor.
Elbette, yargı, yerindelik denetimi yapmaz, aldığı kararın ne gibi siyasi veya sosyal sonuçları olacağına bakmaz. Emir kulu olan polisi de kimse suçlayamaz.

Eyvallah...

Eğer süreçte bir “makas değişikliği”, bir “rota ayarı”, bir “eksen kayması” söz konusu ise “bir saniye” demek mücadeleye inanan herkesin temel sorumluluğu olmalıdır.

Ergenekon bir “darbe” davasıdır, süreç, bu minvalde yürütülmeli, menzile varmak için de “1 Numara”ya yolculuk yapılmalıdır. Ayrıca, Ergenekon’un finansman, yargı ve asker ayağına yönelik ciddi hiçbir operasyon yok. Daha bir işadamının veya yargıcın kapısı çalınmadı. Süreç, güçsüzler üzerinden yürütülecekse, beyler, kusura bakmayın. Bu davayı sulandırmaya, Ergenekon’un değirmenine su taşımaya hiç kimsenin hakkı yok.

Hükümete de önemli bir görev düşüyor. Ergenekon sürecinin arkasındaki toplumsal desteği giderek azaltan gelişmelerle, Ergenekon’un üzerine giden gazetecileri kestirmeden hapse tıkma girişimleri arasında ilinti var mı, araştırmalıdır. Şu soruya mutlaka cevap bulmalıdır: Arada derin bir el var mı?
İlginçtir; eş zamanlı olarak Star, Zaman, Taraf, Akit, Bugün, Yeni Şafak gibi çetelerle mücadelede duyarlı basın kuruluşlarında çalışan gazetecilerin yargılandığı TCK’daki suçlarla ilgili hapis cezaları en az iki katına çıkarılıyor.

Tasarı, mecliste. Bu hafta yasalaştırılması planlanıyor. İlgili hükümet üyeleriyle görüştüm, tasarıyı hazırlayan bürokratların etkisindeler, düzenlemenin gazetecilerin yararına olduğunu düşünüyorlar.

Nasıl olacak bu?
Efendim, suç tarifi değiştirilmiş, kolayca ceza verilemezmiş. Sorunun, yasadaki ifadelerden kaynaklanmadığını, statükonun, çetelerle mücadele eden gazetecileri cezalandırmak için hukuku ayaklar altına aldığını anlatamadık. Bir defa daha yazıyorum; aynı mahkemede aynı hakim, Aydınlık Dergisi yöneticisini “bunca gizli belge ortalığa dökülmüşken sana soruşturmanın gizliliğini ihlalden ceza veremem” diyerek beraat ettirirken, bana ceza kesti. Bırakın onu, Orhan Pamuk’la ilgili karar, işte ortada: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, “aidiyet duygusu” üzerinden herkese dava yolunu açacak şekilde tazminata hükmetti. İstediğiniz gibi tarif yapın, zihniyet değişmedikçe mesafe alamazsınız. Tasarı bu şekliyle çıkacaksa, vay halimize...

Siyasileri ikna etmeyi başaran bürokratları da kutluyorum, kazandınız.

Ben de aradan çekiliyorum.
Milletvekili aday adaylığım nedeniyle 11 Nisan’da veda etmeyi planlıyordum, bu tasarı, kararımı öne almamı zorunlu kıldı. Sembolik de olsa çetelerle aslanlar gibi savaşan gazeteci dostlarımın yanında olduğumu hissettirmek istedim.

En zor anlarda yanımda olan ve hayır dualarını esirgemeyen gönül dostlarıma veda ederken, kalemimi, geçici süreyle onlara emanet ediyorum.

Her şey gönlünüzce olsun. Sevgi ve muhabbetle kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi