Kudüs ve Kırım Savaşı
Kudüs ve Kırım Savaşı arasında bağlantı hususunda ‘ne alaka?’ diye sorabilirsiniz. Lakin ilk beynelmilel savaşlardan birisi olan Kırım Savaşı ile Kudüs arasında yakın irtibat olduğunu İstanbul Barış Platformunun düzenlemiş olduğu Mescid-i Aksa Sempozyumu’nda yeniden hatırlamış olduk. Mescid-i Aksa ve Kudüs nasıl beynelmilel (milletler arası) alakaya mazhar ise Kırım Savaşı da bu alakanın yansımalarından birisi olmuştur. Mescid-i Aksa’nın altındaki kazılarla alakalı olarak Türkiye’den Kudüs’e gönderilen teknik heyet içinde yer alan Tufan Buzpınar burada bir sunum yaptı ve sunumunda Kırım Savaşı ile Kudüs’ün bağlantısını gözler önüne serdi ve Hıristiyan kutsal emanetlerin hamisi olma meselesine dair ihtilafı da gündeme getirdi. Gerçekten de Kırım Savaşının temel nedenlerinden birisi Rusların yayılma siyasetleridir ve bu siyasetin uzantılarından birisi de Osmanlı’nın Kudüs’te Hıristiyan kutsal mekanlarının muhafazasını imtiyaz olarak Fransızlara vermelerine Rus itirazı olmuştur. Fransız Devriminden sonra Hıristiyanlığa dine ve lakayt kalan Fransa bunun cezasını uluslararası ilişkilerde nüfuz kaybetmekte yaşar. İçeride Hıristiyanlık zayıflarken dışarıda da Hıristiyanlar ve Katolikler üzerindeki nüfuzu zayıflar. Lakin daha sonra Fransa politikasını ‘içte laiklik dışta Katolik hamiliği’ şeklinde yeniden düzenler. Bunun somut göstergelerinden birisi Kudüs’te Latinlerin gücünün Ortodokslara geçmesidir. Bundan mütevellit olarak Rus Çarı Nikolas, Osmanlı’nın Fransızlara verdiği imtiyazların kendilerine intikal ettirilmesini talep etmektedir. Buna ne Fransızlar ne de Osmanlı razıdır. Zira Rus Çarlığı kah Ortodokslar üzerinden kah ise Balkanlar’daki Slavlar üzerinden yayılmacı ve güneye inmeci politikalarına hız vermek istemektedir. Osmanlı hakkında ilk defa ‘hasta adam’ tabirini Rusların kullanması tesadüf olmasa gerek. Zira Rusların güçlenmesi Osmanlıların duraklama ve zayıflama dönemine denk gelmiştir. Bundan dolayı gözlerine Osmanlı topraklarına ve güneye inmeye dikmişlerdir.
-
Osmanlı Rus savaşlarını genelde Rusların kazandığını söyleyenler bu savaşların Osmanlı’nın yükselme döneminde gerçekleşmediğini unutuyorlar. Rusya hem genç bir devlet ve hem de önünde engel yoktur. Ayrıca Osmanlı toprakları gibi düşmanla çevrili değildir. Stratejik derinliği ve toprak genişliği savaşlardaki tabii avantajıdır ve buna bir de iklimi eklediğinizde (buna kış generali derler) Rusların bütün avantajlarını görmüş olursunuz. Yoksa Ruslar güçlü bir millet değillerdir. 1812’de Napolyon’un ve 1940’lı yıllarda Hitler’in başarısızlığı hem bir iklim hem de düşman kesafeti nedeniyle başarısız olmuştur. Halbuki 1904’de Japonlar Rusları darmadağın etmişler ve sırtını yere getirmişlerdir. Avrupalılar 1839’da hırslı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu’ya hamlesinden itibaren Rusların yayılma potansiyeline mukabil Asitane ve Bab-ı Ali’yi destekleme siyaseti izlemişlerdir. Bu siyaset denge siyasetiydi. Bunun Osmanlı’da da karşılığı vardır. Büyük güçler arasında manevra alanı kazanmak İkinci Abdulhamid’in maharetle uyguladığı bir politikaydı. Bu, Sultan Abdulmecid, Sultan Abdulaziz ve Sultan İkinci Abdulhamid Han’ın genel politikasıydı. Mehmet Ali Paşa’ya destek vermeyen batılı devletler Rus Çarı Birinci Nikolay’ın Osmanlı topraklarını tehdit etmesi ve Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerinde hak iddia etmesi üzerine seferber olmuşlar ve ilk defa Ruslara karşı Hıristiyan Müslüman ittifakı dahilinde savaş açmışlardır. 1853 yılından itibaren Kırım Savaşında taraflar omuz omuza savaşmışlardır. Bunun bir uzantısı Soğuk Savaş döneminde Sovyetler’e karşı Yeşil Kuşak projesinde görmekteyiz. Afgan cihadına batılı desteği Kırım Savaşının günümüze yansımalarından birisidir. Yalnız Batılıların desteği mutlak değildir. Hasta adamı ayağa kaldırma politikası hiç değildir. Churchill’in özetlediği gibi Ruslara kaşı Türklerin Boğazlar’ı korumasına destek politikasıdır. Hitler bile Stalin’e Boğazlar imtiyazını vermemiştir.
-
Kırım Savaşında Batılıları aleyhine çeviren, Nikolas’ın nobran ve küstah tavırları olmuştur. Önce İngiliz Başbakanı Aberdeen’i tarafsız kalması için ikna eden Çar Nikolas daha sonra bu başarısını sürdürememiştir. Nedeni George Canning’in kuzeni olan Stratford Canning’ın 1832’de S. Petersburg’a İngiliz büyükelçisi olarak atanmasına Çar Nikolas karşı çıkmıştır. Bunun üzerine Stratford İstanbul’a kaydırılmış ve lakin büyükelçi Rus muamelesini hiçbir zaman unutmamış ve bundan dolayı Rusya’ya karış ‘hasta adım’ı desteklemek vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Nikolas’ın bir başka öldürücü küstahlığı ise, Üçüncü Napolyon olarak tahta çıkan Louis’e geleneksel san ve sıfatla hitap etmeyerek onu aşağılamasıdır. Bir de buna Kudüs’le ilgili ihtilaf eklenince Louis savaşın tabii baş taraftarı haline gelmiştir. Napolyon kaybettiği itibarı aramaktadır. Çar, ‘mon frere’ diyeceğine ‘mon ami’ olarak hitap etmiştir. Meselenin günümüze bakan yönüne gelince;
Yeni yayılmacılık siyasetinde komünizmden sonra enerjiyi ve nükleer silahları istismara kalkışan Rusya, Ergenekon meselesi üzerinden Türkiye’nin içişlerine bile karışmaya cüret edebilmiştir. Bir de işi dini boyuta taşıyacak olursa büyük sıkıntılar verir. İKÖ’ye gözlemci sıfatıyla katıldığı gibi Russia Today’in Arapça yayınını da vizyona sokmuştur. Bir de Patrikhane meselesine, Kudüs ve yol açtığı Kudüs’teki kutsal mekanlara hami olma zaviyesinden bakmaya ne dersiniz? Ruslar geçmişte Ortodokslara ve sonra da Slavlara hami olmak ve bu iki meseleyi yayılmacılıklarının aracı haline getirmek istemişlerdir. Bundan da en büyük zararı Osmanlılar görmüştür. Dolayısıyla Patrikhane satılık bir nüfuz alanıdır. Bugün Amerikalılara yarın ise Ruslara niye olmasın?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.