Derin hesaplaşma
32 yıl aradan sonra tabular yıkıldı, 1 Mayıs, emekçilerin bayramı olarak kutlandı. Ne var ki, o günü ‘bayram’ olmaktan çıkartan 1 Mayıs 1977’deki katliamın üzerindeki sır perdesi aralanmadı.
Hatırlayalım.
39 kişinin hayatını kaybettiği katliamdan 1 ay sonra, 1 Haziran 1977 günü dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, ani kararla emekliye sevk edildi. Ersun, Alpaslan Türkeş’in desteğiyle CHP’nin iktidara gelmesini engellemekle suçlanıyordu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, emeklilik kararını şöyle açıkladı: ‘Türk Silahlı Kuvvetleri macera peşinde koşanlara asla iltifat etmeyecektir.’
2 Haziran 1977 günü dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Taksim’de miting yapacak olan CHP Lideri Bülent Ecevit’e mektup yazarak, suikast şüphesi nedeniyle mitingi iptal etmesini istedi.
5 Haziran 1977’de seçim vardı ve kamuoyu yoklamalarında CHP önde gözüküyordu. Öyle de oldu.
Aynı yıl Ağustos ayında yapılan Yüksek Askeri Şura’da 1 Haziran operasyonu tamamlandı. 850 subay ordudan atıldı. Türkeş’e yakınlığıyla bilinen kadroların çoğunluğu tasfiye edildi. Aralarında Özel Harp Dairesi eski Başkanı Recai Engin ve Korgeneral Musa Öğün de vardı.
Tasfiye operasyonu MİT’e de sıçradı. MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas ve Türkeş’in dünürü Şahap Homriş ayrıldı, Türkeş’in damadı Yüzbaşı Hamit Homriş Özel Harp Dairesi’nden emekliye ayrıldı.
Türkeş’e yakınlığı ile bilinen Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Daire Başkanı Kemal Yamak, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın özel ilgisi nedeniyle emeklilikten son anda kurtuldu.
Bu gelişme derin yapıdaki Milliyetçi-Ülkücü kanadın, Sol-Ulusalcı-Kemalist kanadı üzerindeki baskın üstünlüğünü kırdı. İç çatışma emniyete de sirayet etti ve 12 Eylül’e doğru tümüyle kontrolden çıktı. Müdahalenin, devleti daha sağlıklı yapıya kavuşturma kaygısından ziyade ekipler arasındaki üstünlük kavgasına dönüşmesi ihtilale zemin hazırladı.
O gün tehdit CHP idi, bugün AK Parti’dir. Sadece ‘düşman’ algısı değiştirildi. Aradaki en önemli fark, oyunun bugün farkına varılmasıdır.
Hala Ergenekon’u anlamamakta ısrar edenlere saygıyla arz olunur.
Ben de paşamı anlamadım
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un basın toplantısını, akademideki konuşmasının çok gerisinde buldum. Özellikle Ergenekon soruşturmasıyla ilgili ifadelerinin ciddi bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ‘Ergenekon’ ismiyle ilgili kararını yanlış yorumladı, çok sayıda silah ve mühimmatın ele geçirildiği İstek Vakfı arazisiyle ilgili değerlendirmesi hatalıydı. Gizli tanık ifadelerine ilişkin topa girmesi şık değildi.
Hele, eline boş Law silahını alarak açıklama yapıp ardından ‘Neden boş silahlar toprağa gömülüyor, anlamış değilim’ demesi, hiç doğru olmadı.
Halden anlayanlar bilir ki, ‘tanksavar silah’ olarak tarif edilen Law, tek kullanımlık olduğu için eğitimde yararlanmak çok tehlikelidir. Onun için boş olanları eğitim amaçlı kullanılır.
Ayrıca, Bedrettin Dalan’ın ‘Orayı Deniz Kuvvetleri’ne bağlı SAT Komando Okulu’na ait eğitim alanı olarak kullanıyorlar’ sözünü hatırlayalım.
Malum; Sauna ve Atabeyler çetesine yönelik operasyonlarda da boş Law silahları ele geçirilmişti. Bazı sanıklar savcılıkta ve mahkemede verdiği ifadede, bunları ‘eğitim amaçlı’ kullandıklarını itiraf ettiler.
Sözgelimi; Murat Eren’in 13 Haziran 2006 tarihli savcılık, Yasin Yaman’ın 15 Eylül 2006 tarihli mahkeme ifadesinde bu itiraflara açıkça rastlanır.
Kabinede Feng Shui
Son kabine revizyonuyla ilgili kimi yazarlarımızın ‘merkeze çekilme’, ‘liberal konumlanma’ veya ‘profesyoneller işbaşında’ gibi yorumlarını gerçekçi bulmadım.
DYP kökenli Hüseyin Çelik’in ayrılışını ‘merkez ayarı’ olarak görürseniz milli görüş çizgisinden gelen Bülent Arınç’ı hangi ideolojik eksene oturtacaksınız? Aynı kökten filizlenen Sadullah Ergin ve Nihat Ergün’ü nasıl tanımlayacaksınız?
‘Milliyetçi’ kökenli Kürşad Tüzmen ve Murat Başesgioğlu’nun vedası, hangi bakış açısıyla değerlendirilebilir?
4 yıllık diplomalarına bakarak gelenlere ‘uzman’ dersek, 7 yıldır enerji politikasını yürüten Hilmi Güler, sadece bu bakanlıkta iki üniversite bitirmiş veya bir doktora, bir doçentlik bir de profesörlük tezi vermiş sayılmaz mı?
Aynı mantıkla düşünecek olursak; Ali Babacan’ı eski görevine iade ederken Dışişleri’nde geçen süre ülke adına ‘kayıp’ hanesine yazılmaz mı? Nimet Çubukçu’nun Milli Eğitim Bakanlığı’na atanmasını nasıl açıklayacağız?
O nedenle teorik tahliller yerine Başbakan Erdoğan’ın ‘toplumsal titreşimleri, ekonomi ve diplomasinin güçlerini siyasi başarıya dönüştürme’ kaygısıyla ‘Feng Shui’ değişiklik yaptığını söylemek, bana daha doğru geliyor.
Dün Mehmet Altan’ın yazdığı gibi Fransızca ‘el cabinet’ kavramından dilimize giren, ‘küçük oda, hücre, yazı odası, çalışma odası’ gibi çok anlamı bulunan kabine, son revizyonla biraz daha renklendirilmiş, ışıklandırılmış, çiçeklerle donatılmış, yer değişikliğiyle ferahlık sağlanmıştır.
Kısaca kabinede ‘Feng Shui’ huzuru aranmıştır.
Rojin’i öldürmek mi istediler?
TRT Şeş’te büyük umutlarla iş başı yapan Rojin, görevinden ayrıldı. Ayrılış nedenlerine ilişkin geçtiğimiz Cuma günü Nagehan Alçı’nın Akşam’daki köşesinde bazı detaylar vardı.
Meselenin bir de diğer boyutu var. Mesela Rojin, sürekli ölüm tehditleri aldığını iddia ederek TRT yöneticilerinden yüksek rakamlı yeni sözleşme talebinde bulundu mu? ‘Burada program yaparak büyük bedel ödüyorum, sürekli ölümle tehdit ediliyorum, bunun karşılığı daha fazla olmalıdır, PKK odamın anahtar deliğinden şırıngayla virüslü kan fışkırttı’ dedi mi?
Yoksa ayrılığın gerçek nedeni para olmasın sakın...