Biz yanacaksak eğer, siz de yanacaksınız!
Bugünlerde Almanya Başbakanı Angela Merkel'den daha sıkıntılı kimse yoktur. Eğer değilse tavsiyemiz kesinlikle çok sıkıntı hissetmesi yönünde. çünkü Almanya; 1993'teki Solingen cinayetinden ve ırkçı saldırıların Almanya sokaklarını kaplamasından sonra ilk kez gerçekten zor bir durumla karşı karşıya.
üstelik bu, Almanya'nın üstesinden gelmekte çok zorlandığı en zayıf yönünü ifşa eden olaylar zincirinin yeni bir halkası.
Beş kişinin öldüğü Solingen faciası bir dönüm noktasıydı. Ardından ırkçı saldırılarda genel bir durgunluk gözlendi. Ama önceki gün ve dün meydana gelen çok ölümlü yangınlar, umarız daha da yaygınlaşmaz, yeni bir saldırı dalgasının habercisi olur endişesini herkese yaşatmış olmalı. çünkü bu kez Solingen'den daha büyük bir facia ile karşı karşıyayız.
Kurtulması için camdan atılan sekiz aylık Onur bebeğin görüntüsü, Türkiye toplumunun hafızasından kolay kolay silinmeyecektir. Kranındaki beş aylık bebeğiyle yanan annenin, 2 ve 3 yaşlarındaki çocukların ve diğer kurbanların Gaziantep'e taşıdığı acıyı da…
Bu acı, bu üzüntü Gaziantep kadar Almanya'da da hissedilmeli. Alman hükümeti ve medyası, olayı geçiştirme, sansürleme yerine derinden sorgulama yoluna gitmeli. Yananlar Türkiyeli olsa da, asıl yananın Almanya'nın geleceği, Almanya'nın değerleri, Almanya'nın saygınlığı olduğu bilinmeli. Bu yüzden, hiç hoş olmasa da bu gerçekle yüzleşilmeli. Yüzleşmeden kaçtıkça daha büyük faciaların yaşanacağı kabul edilmeli.
Haksızlık etmeyelim: Yangınların sebebi henüz belli değil. Kaza olma ihtimali ortada. Ancak, Ludwigshafen'da beş katlı binadaki yangınla ilgili kundaklama ihtimalleri giderek artıyor. Diğer yangınlarla ilgili de aynı ihtimal söz konusu.
Olaya şahit olan iki kızın verdiği ifadeler ortada bir kundaklama olduğuna işaret ediyor: Kızlardan biri; “Dışarıda bir adam vardı. Genç gibiydi. Saçı siyahtı. Değnek, kağıt ve çakmak vardı. Kuzenim kapıyı kapamaya çalışıyordu. Adam ayağını soktu. Kağıdı yakıp bebek arabasının yanına attı. Biz de korktuk yukarı gittik. Bedriye dedesine 'aşağı yanıyor' dedi. Dedesi yangını söndürmeye çalıştı başaramadı. Sonra itfaiyeciler geldi” diyor. Diğeri de aynı görüntüyü tekrarlıyor. Dün meydana gelen iki ayrı yangınla ilgili de benzer tanık ifadelerinin ortaya çıkma ihtimali güçlü.
Yanan evin az ötesindeki “Pis Türkler, kökünü kazıyın” aslında her şeyi özetliyor. Benzer yazıların Almanya'nın birçok şehrinin duvarlarında olabileceğini, aynı tehlikenin aynı şehirlerde yaşayanları da tehdit edebileceğini söylemek abartı olmayacaktır.
Tam da Başbakan Tayip Erdoğan'ın ziyaretinden önce. Tam da 8-10 Şubat'ta yapılacak Münih Güvenlik Zirvesi'nden önce. Dünya liderlerinin, güvenlik uzmanlarının yaşanabilir bir dünya için önerilerini sunacağı zirveden önce.
Ne konuşulur bu zirvede? Dünyanın içinde bulunduğu sorunlar, krizler, geleceğin nasıl şekillendirileceğine dair tezler. Nasıl bir Amerika? Nasıl Bir Avrupa? Nasıl bir Ortadoğu? Nasıl bir 21. yüzyıl şekillendirilecek? Bunlar konuşulur. Dünyanın güvenliğinin konuşulacağı bir ülkede, sokakların güvenliği nasıl sağlanacak?
Burada dar anlamda güvenlikten çok daha kapsamlı bir sorun var. Almanya ile sınırlı olmayan sorunlar var. Avrupa'nın, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük zenginliğini kaybetmesine yönelik tehlikeli eğilimleri var. Ayrıştırıcı, dışlayıcı, sadece güvenlik eksenli bir gelecek tasavvurunun sokaklara nasıl yansıyacağını ölçememe var.
Elli yıllık çok kültürlülük, bir arada yaşama felsefesinin, arayışının birkaç yılda yok edilişi var. Yeni vatandaşlık yasaları, yeni terörle mücadele yasaları, yeni göç men yasaları, yeni terörle mücadele yasaları ve bunlara bağlı olarak kendilerinden olmayanların Avrupa'yı terk etmesi gibi hesapları var.
Batı, artık yabancılarla birlikte yaşamak istemiyor. çok kültürlülük, uyum, diyalog gibi kavramlar Avrupa ülkelerinin övünebilecekleri değerler kapsamında yer almıyor. Hem biz şu tehditleri ne çok dinledik! Hem de her ülkeden, her ülke temsilcisinden. Dinlemedik mi?
Danimarka Kraliçesi'nin; “Günümüzde, özellikle de son yıllarda hem yerel hem de küresel düzeyde İslam'ın meydan okuyuşuyla karşı karşıyayız. Uzun süre bu meydan okuyuşa kayıtsız kaldık. Nedeni ise hoşgörülü ve tembel olmamız. Artık İslam'a karşı muhalefetimizi göstermenin zamanı geldi. Zor duruma düşebileceğimiz bu tehdit riskinden kurtulmalıyız” şeklindeki açıklamasını. Papa 16. Benediktus'un: “Hz. Muhammed'in gayri insani ve şeytanca olanın dışında yeni bir şey getirmediği”ne yönelik sözlerini…
Bir Hollandalı siyasetçinin; “Hazreti Muhammed hayatta olsaydı ve Hollanda'da yaşasaydı onu kovardım. Bir İslam tsunamasi ile karşı karşıyayız. Eğer Müslümanlar Hollanda'da yaşamak istiyorlarsa, Kur'an'ın yarısını yırtıp atmalılar” demesini. Danimarka'daki karikatür krizini. Avrupa basınının bunu nasıl sahiplendiğini. Dayanışma çağrılarını. Ve daha nice örnekleri…
Avrupa'nın liderleri, bu sorumsuz çıkışların sokaklara nasıl yansıdığını, yansıyacağını hiç hesap etmediler mi? Entegrasyon projelerinin başarısızlığa uğramasının tek sebebinin ülkelerindeki yabancıların uzlaşmaz tutumları olmadığını anlamadılar mı?
Etmemiş olmalılar, edememiş olmalılar, anlayamamış olmalılar. Bu dışlayıcı, tehdit edici siyasal söylem devam ettikçe, sokakların bunu nasıl algıladığı sorgulanmadıkça yeni Solingenler yaşanacak. Belki bizler yanacağız. Ama bizden daha çok onlar yanacaklar! Hiç değilse bu gerçeğin farkında olmalılar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.