NATO ve İsrail: Amerika'nın Ortadoğu'daki savaş enstrümanları
ANGLO-AMERİKAN VE FRANKO-ALMAN İTTİFAKI
Kuzey Atlantik Paktı (NATO), Amerika, Britanya, Fransa ve Almanya’nın demir yumruğu olarak bilinir. Bu ülkeler aynı zamanda NATO’nun temelini oluşturur. Soğuk Savaş sonrası, NATO, Anglo-Amerikan ve Franko-Alman dış ve güvenlik amaçlarının bir enstrümanı haline geldi. NATO’nun içinde farklılıklar olmasına rağmen, ABD, Avrupa Birliği ve İsrail’in (Bu ülke 2005’ten beri NATO’nun fiili bir üyesi olarak biliniyor) menfaatleri, Atlantik askeri ittifakı içerisinde kesişiyor.
Ortadoğu’da İran Körfezi ve Akdeniz havzası şu anda yabancı güçler tarafından askerileştirilmiş durumda. Bu hususta, 1970’den beri Ortadoğu’da iki farklı askerileştirme evresi olmuş. Birincisi; Irak-İran savaşından başlayarak Anglo-Amerikan askerlerinin NATO gücü altında Fransız ve Almanlarla bir araya gelmesiyle şekillendi.
Akdeniz havzasındaki askerileştirme, İkinci Dünya Savaşı’nda sonra İsrail’in kurulmasıyla başlamasına rağmen, NATO’nun bu süreçteki öncü rolü, 2001’de Teröre Karşı Savaş konseptiyle biçim almaya başladı.
NATO VE İSRAİL HAZIRLIK YAPIYOR
Fransa ve Almanya’nın başını çektiği Avrupa Birliği, ‘Teröre Karşı Savaş’ın başlagıcından bu yana Anglo-Amerikan dış politikasını destekledi. Bu durum, NATO’nun Ortadoğu ve Orta Asya’da daha da geniş bir alana yayılmasına yardımcı oldu.
NATO ve İsrail, İran ve Suriye ile olabilecek bölgesel çatışmalara karşı büyük sorumluluk alma konusunda hazırlık yapıyor. Bunu, NATO askerlerinin ve savaş gemilerinin Ortadoğu, Afganistan, İran ve Suriye sınırlarına yığmasından anlayabiliyoruz.
ARAP BARIŞ PLANI FİLİSTİNLİLER İçİN BİR TUZAK
Filistinliler konusuna gelince, yaşanan olaylar zinciri en sonunda Annapolis Konferansı’na kadar geldi. Bu olaylar 2002 yılında Arap Barış Planı’yla başladı. Bu plan, Suudi Arabistan tarafından Beyrut’taki Arap Birliği konferansında ortaya atıldı. Annapolis Konferansı bir anlamda Suudi önerisine karşı abartılı bir cevaptı. Ki, Suudi planı, 2002’de Londra ve Washington’un ‘Yol Haritası’nın Suudilere devredilmesi anlamı taşıyor.
SUUDİ PLANI NEYDİ?
Annapolis Konferansı’nın amacının anlaşılması için Filistin’de 2001’den bu yana meydana gelen olayların da anlaşılması gerekiyor. Annapolis’i anlamak için, HAMAS ve El Fetih arasında ne olduğunun anlaşılması, Amerika’nın uzun dönem hedeflerinin saklandığı Suudi Planı’ndaki aldatmanın anlaşılması gerekir.
Amerika ve Avrupa Birliği ilk önce, El Fetih’in Filistinlileri temsil etmediğini ve başka bir grubun Filistinlileri temsil ederek El Fetih’i yönetimden uzaklaştıracağını anladı. Bu durum, İsrail, AB ve Amerika için bir problemdi elbette. çünkü bunlar, Filistin topraklarında, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki amaçlarına ulaşmak için El Fetih’in Filistinliler arasında ‘kötü’ olarak bilinen yetkililerine ihtiyaç vardı.
ARAP BARIŞ PLANI-BüYüK ORTADOĞU VE AKDENİZ BİRLİĞİ
2005 yılında, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray ve İsrail, kendilerini HAMAS’ın Filistin seçimlerindeki başarısına hazırladı. Bu yüzden, HAMAS ve yabancı güçlere karşı direnen tüm örgütlerin tasfiye edilmesi gerekiyordu. İsrail, Amerika ve Avrupa Birliği, HAMAS’ın Washington’un ilişki kurabileceği bir organizasyon olmadığını öngördüler. Açık bir şekilde ifade edilmek istenirse, HAMAS, Yeni Ortadoğu Projesi ve onun sonuçlarından biri olabilecek olan Akdeniz Birliği’ne karşı çıkacaktı. Tüm bunlarla birlikte 2002 yılındaki Arap Barış Planı, Yeni Ortadoğu ve Akdeniz Birliği için bir çıkış kapısıydı.
HAMAS’A TUZAK KURULDU
Suudiler, Amerika’nın Yeni Ortadoğu girişiminde kendi rollerini oynarken, El Fetih de, HAMAS’la kavgaya tutuşturuldu. Bu şekilde El Fetih ve HAMAS arasında anlaşma sağlanması isteniyordu. Bu aynı zamanda, HAMAS’ın Filistinlilerin birliğinden yana tavır alacağı bilinmesine rağmen yapıldı. İşte böyle bir zamanda Suudi Arabistan, Mekke Anlaşması’nı imzalatarak yeniden resmin içinde yer aldı. Suudi Arabistan, Mekke Anlaşması’na kadar HAMAS’ı diplomatik olarak tanımadı.
Mekke Anlaşması, HAMAS’a bir tuzak niteliği taşıyordu. HAMAS-El Fetih ateşkesi ve sonrasındaki Filistin ulusal hükümeti, HAMAS’ın anlaşmayı imzaladığı gün devam etmeyeceği biliniyordu. Mekke Anlaşması, Gazze’de başlayan Filistinlilerin küçük iç savaşını bir anlamda legalleştiriyordu.
Mekke anlaşması imzalandıktan sonra Amerika ve İsrail’in (Amerikalı General Keith Dayton önemli rol oynadı) desteğini alan El Fetihli Muhammed Dahlan, HAMAS’ın öncülük ettiği koalisyon hükümetini yıkmak için girişimlere başladı.
HAMAS’IN TASFİYESİ GEREKİYORDU
Bu durumda iki plan ortaya çıktı. Birincisi, El Fetih’in olası seçim başarısı, diğeri ise El Fetih’in başarısızlığı. İkinci plan, iki Filistin hükümetinin ortaya çıkması anlamına geliyordu. Biri, Gazze’de İsmail Haniye başbakanlığında HAMAS hükümeti diğeri de Batı Şeria’da Mahmud Abbas ve El Fetih tarafından kurulacak hükümetti. Mahmut Abbas ve yardımcıları, Batı Şeria’da paralel bir Filistin parlamentosu kurulması için çağrıda da bulundu.
Mekke Anlaşması, El Fetih’e etkili bir şekilde Batı Şeria’yı yönetmesine izin verdi. Mekke anlaşması imzalandıktan sonra El Fetih ulusal hükümetten çekilince, HAMAS hükümetini illegal olarak resmetmeye başladı. Gazze’de başlayan çatışmalar, Filistin’in yeni seçimlerini de çalıştıramaz hale getirdi. Mahmud Abbas, Batı Şeria’da kendi hükümetini kurarak, dünyaya Filistinlilerin tek ve legal temsilcisi olduğu izlenimi vermeye çalıştı. Dünya Bankası eski çalışanı Dr. Salam Fayyad’ın Abbas tarafından hükümete getirilmesi bu yüzden bir tesadüf değil.
HAMAS’ın tasfiye edilmesi ve Batı Şeria’dan çıkarılması iki şeyin açıklaması olarak ortaya çıktı: Filistin topraklarına uluslar arası gücün yerleştirilmesi ve Annapolis Konferansı.
ANNAPOLİS: İSRAİL’İN ARAP DüNYASIYLA EKONOMİK ENTEGRASYONU
El Cezire televizyonuna göre, Annapolis Konferansı’ndan önce Mahmud Abbas ve İsrail arasındaki anlaşmada, Batı Şeria’nın silahsızlandırılması öngörüldü.
Anlaşma aynı zamanda Arab dünyasının İsrail ile ekonomik entegrasyonunu öngörüyordu. Yine, Bosna ve Kosova’da olduğu gibi buraya da uluslar arası gücün yerleştirilmesi yer aldı anlaşmada. Bu bilgiler ışığında, HAMAS’ın neden tasfiye edilmesi ve Mahmud Abbas’ın neden legalize edilmesi ihtiyacının nereden çıktığını anlayabiliyoruz.
Bu aynı zamanda, Fransa, Avrupa Birliği ve Akdeniz Birliği’nin resme nasıl girdiğini de gösteriyor. ‘Teröre Karşı Savaş’tan önce Fransa yıllarca NATO ya da AB’den askerlerin Filistin ve Lübnan’a yerleştirilmesini istedi. Ortadoğu’daki insanlar gözlerini açmalı ve kendi toprakları üzerinde neler planlandığı görmeli.
VILLEPIN AçIKLAMIŞTI
19 Şubat 2004’te, Dominique de Villepin (Fransa eski Başbakanı), İsrail Gazze’yi terk eder terk etmez, buraya uluslar arası bir gücün gönderileceğini ve İsrail-Filistin Yol Haritası’nın Büyük Ortadoğu ya da Yeni Ortadoğu Projesi kapsamına alınacağını söyledi. Bu açıklama, HAMAS hükümete gelmeden önce ve Mahmud Abbas İsrail’le Prensipler Anlaşması’na varmadan önce yapıldı. 2002 yılındaki Suudi Barış Planı’nda sonra bu açıklamanın gelmesi dikkat çekiciydi.
Şurası açık ki, Ortadoğu’da gelişen olaylar ‘Teröre Karşı Savaş’tan önce askeri bir yol haritası olarak önceden çizilmişti.
AKDENİZ BİRLİĞİ’NİN ASIL AMACI
Bu, bizi Nicolas Sarkozy’nin Akdeniz Birliği önerisine getiriyor. İsrail ekonomisi, Arab dünyasıyla entegrasyonu, aynı zamanda Washington Anlaşması’yla küresel acentalar yoluyla daha güçlenmiş olacak. Arap Barış Planı, Prensipler Anlaşması ve Annapolis, Arap ülkelerini İsrail ekonomisiyle entegre etme amacı taşıyor. Bu entegrasyon Yeni Ortadoğu Projesi, Akdeniz Birliği ve oradan da Avrupa Birliği’ni de kapsıyor. NATO ve AB askerlerinin Lübnan’da bulunmasının asıl amacı da bu.
GAZZE’YE LüBNAN BENZERİ UYGULAMA: NATO ASKERLERİ
2006 yılındaki İsrail’in Lübnan’a karşı başlatmış olduğu savaşın İsrail, Amerika ve NATO tarafından planlandığına dair yeterince delil var.
2006 yılında UNIFIL adı altında Lübnan’a yerleşen NATO, yakın bir gelecekte Gazze Şeridi’ne geçmek için de hazırlık yapıyor. 2006 yılında İsrail’in Lübnan saldırısı aynı zamanda, Gazze’de de Filistinlilere karşı bir saldırıyla çakıştı. İsrail ordusu, İsrail-Filistinliler arasındaki savaştan sonra NATO’nun Gazze’ye yerleşeceğini söylüyordu. Gazze Şeridi, İsrail’in eski Stratejik İlişkiler Bakanı Avigdor Lieberman tarafından NATO’nun bir sonraki varış yeri olarak niteleniyordu. Lieberman, o dönemde aynı zamanda İsrail başbakan yardımcılığı görevini yapıyordu.
İSRAİL: GAZZE’YE NATO ASKERİ YERLEŞSİN
Avigdor Lieberman hatta Condoleezza Rice diğer Amerikalı yetkililer önünde, Gazze’deki Filistinlilere karşı bir operasyondan sonra NATO’nun 30 bin askerinin Gazze’ye girmesi konusunda ısrarcı oldu. Dönemin İsrail Savunma Bakanı Amir Peretz de, 2007 Mart ayında İsrail’in Gazze Şeridi’nde yeni operasyonlar gerçekleştirmeye hakkı olduğunu söyledi.
İSRAİL KİRLİ İŞLERİNİ FİLİSTİNLİ İŞBİRLİKçİLERE YAPTIRDI
İsrailli yetkililerinin tahmin ettiği savaş meydana geldi, ancak İsrail ve Filistinliler arasında değil. Savaş, önce Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin kendi arasında oldu, ardından İsrail operasyonlarına başladı. İsrail, tüm kirli işlerini Gazze’deki Muhammed Dahlan gibi Filistinli işbirlikçilere yaptırdı. Hatta, İsrail, Gazze’nin uluslararasılaştırılması çağrılarını Filistinli işbirlikçilerine yaptırdı. Mahmud Abbas ve El Fetih Amerika ve İsrail’in söylediklerini tekrarlıyorlar.
İSRAİL: NATO’NUN FİİLİ GüCü
‘İsrail’in diplomatik ve güvenlik hedefi açık olmalı: NATO’ya katılmalı ve Avrupa Birliği’ne girmeli'(Avidgor Lieberman, İsrail eski Stratejik İlişkiler Bakanı)
İsrail, NATO ile yüksek derecede bir işbirliği anlaşması imzaladı. Avigdor Lieberman, açık bir şekilde İsrail’in AB’nin askeri bir gücü ve NATO’nun resmi üyesi olmasının kaçınılmaz olduğunu belirtti. İsrailli eski bakan aynı zamanda, İsrail’in NATO ile üst düzey ilişkilerini yönetti ve İran ile ilgili dosyaları NATO’ya sundu. Lieberman, Suriye ve İran’a karşı Amerika ve NATO ile yakın temas halinde bulundu.
İSRAİL VE TüRKİYE, NATO’NUN BöLGEDEKİ MENFAATLERİNİ KORUYOR
Yahudi devleti kurulduğundan beri, İsrail, Batı’nın Ortadoğu ve Arap dünyasındaki menfaatlerini gözeten bir ülke olarak algılandı. İsrail, NATO’nun Doğu Akdeniz’deki Aktif Operasyon Girişimi’nin bir üyesi. İsrail, NATO’nun resmi üyesi olmasa da, Türkiye ile birlikte NATO’nun Ortadoğu’daki bel kemiğini oluşturuyor. Türkiye ve İsrail, gelecekte Akdeniz bölgesindeki askeri operasyonlar için hazırlık yapıyorlar.
2007 yılının sonunda İsrail, NATO ve Avrupa Birliği’nden İran’a karşı askeri bir operasyon yapması için yeşil ışık aldığını bildirdi. Bu, Ortadoğu’da her tarafı kaplayan bir savaşa neden olurdu. İsrail ordusu, sürekli olarak tatbikat yapıyor ve kendisine büyük bir savaşa karşı hazırlık yapması söylendi.
FİLİSTİN TOPRAKLARINDA BARİYERLER OLUŞTURMAK: GELECEK İçİN HESAPLANMIŞ ADIMLAR
Gazze Şeridi, Filistin ve İsrail’de pek çok kişi tarafından geniş bir sorgu merkezi ya da hapishane olarak görülüyor. Hareket özgürlüğü, seyahat hakkı kısıtlanmış ve tüm alan bariyerler ve elektrik telleriyle çevrilmiş. Buranın bir bölümü hala İsrail askerleri tarafından işgal ediliyor ve yasak bölgeler olarak ilan edilmiş.
Gazze Şeridi ile karşılaştırıldığında Batı Şeria daha büyük bir alan teşkil ediyor. Gazze, Batı Şeria’nın sadece küçük bir kesiti. Gazze, 360 kilometrekarelik alan üzerine kurulu ve İsrail’le 51 kilometrelik sınırı bulunuyor. öte taraftan Batı Şeria ise, resmi olarak 5 bin 949 kilometre alana yayılmış. İsrail ordusu için, Gazze Şeridi’ni kontrol etmek ve sınırlamak Batı Şeria’dan daha kolay. İsrail askerlerinin varlığı her iki yerde de aynı.
Batı Şeria’da ise El Fetih, Büyük Ortadoğu Savaşı’nda Filistinli direnişçilerin yabancı güçlere karşı mücadele etmesini önleyecek. Batı Şeria ve Gazze’nin NATO ve Arap ülkeleri tarafından uluslararasılaştırılması, İsrail için bir güvenlik bariyeri anlamına geliyor.
APARTHEID DUVARI NE ANLAMA GELİYOR?
Gabi Ashkenazi, yarı Bulgar yarı Suriye kökenli, Lübnan savaşından sonra Daniel Halutz’un yerine İsrail ordusunun başına geçti. Ashkenazi, İsrail ve Batı Şerida’da kurulması planlanan ‘Apartheid Duvarı’nın kurulması için görevlendirildi. Henüz tamamlanmamasına rağmen, Apartheid Duvarı, bölgesel bir savaşta, Filistinli direnişçilerin Batı Şeria’dan İsrail’e geçerek savaşmalarını önlemeye yönelik olarak düşünülüyor.
LüBNAN VE İSRAİL ARASINDA YENİ BARİYERLER OLUŞTURMAK
2006 yılındaki İsrail’in Lübnan bombardımanından sonra Lübnan’a yerleştirilen UNIFIL gücü, bu savaştan önce bulunan UNIFIL gücüyle aynı değil. Yeni UNIFIL daha güçlü ve İsrail tarafından başlatılabilecek bölgesel bir savaşta Lübnan’a karşı İsrail için bir kalkan oluşturabilecek güçte.
MİSKET BOMBALARI NEDEN ATILDI
Bir başka önemli nokta ise İsrail askerlerinin Amerika’nın sağladığı 3 milyon misket bombasını Güney Lübnan’a yağdırması olayı. Burada ortaya çıkan bir diğer iki yüzlülük ise, İsrail’in savaşın sonlarına doğru, Güney Lübnan’ı misket bombalarıyla donatmasıydı. Burası, Lübnan’ın İsrail ile olan sınırını oluşturuyor.
Güney Lübnan’a misket bombalarının atılması, İsrail’in olası bir Ortadoğu Savaşı’nda kendisi için bir başka bariyer kurma anlamı taşıyordu. Bu misket bombaları birer mayın ve Lübnanlı güçlerin, İsrail’in İran, Suriye, Filistin ve Suriye ile olası savaşında, sınırı geçmelerini önlemeye yönelik.
BöLGESEL SAVAŞ SENARYOSU VE İSRAİL’İN HAZIRLIKLARI
Yeni Ortadoğu Projesi, büyük bir bedel karşılığında olacak ve bu bedel de savaş. Gazze Şeridi’nin askerle donatılması, büyük Ortadoğu Savaşı için bir hazırlık niteliği taşıyor.
Gazze Şeridi ve Batı Şeria ve Lübnan’a yabancı asker yerleştirilmesi, Batı Şeria’nın duvarlarla çevrilmesi, Ortadoğu’da Amerika, İsrail ve NATO ile Suriye İran ve diğer müttefikleri arasında çıkacak bir savaşta, Filistinlileri hareketsiz bırakmaya yönelik bir taktik.
Bu analizin arkasındaki mantık, İran ve Suriye’ye karşı yapılacak bir savaşın İsrail’in askeri gücünü zayıflatacağı gerçeği üzerine kuruludur. İran’ın uzun menzilli füzeleri İsrail askerlerini korumasız bırakacak ve Filistinli direniş örgütleri de bunu iyi biliyorlar. Eğer, İsrail ile Suriye ve İran arasında bir savaş çıkarsa, Filistinliler İsraillilerle eşit bir savaşa girme olanağına kavuşmuş olacaklar. İsrail ve Filistinliler arasındaki çatışmanın dinamiği bir gecede değişirdi.
FİLİSTİN VE IRAK’TAKİ BENZERLİK
Filistin ve Lübnanlılar arasındaki bölünmüşlük, olası bir bölgesel savaşta İsrail’e karşı etkili olmayacaktır. Irak’taki durum da aynı. Iraklılar bölündükçe, Amerikalılara karşı güçlerini kaybediyorlar. Filistin’de olduğu gibi Nakba (Filistinlilerin topraklarından sürülmesi ve İsrail’in kurulması günü) yeniden tekrarlandı. Filistin ve Irak, işgalinin aktörleri aynı.
AB, DİPLOMATİK YOLLA DENİYOR
“İsrail’in Ortadoğu’da açtığı savaş sadece İsrail devletinin savaşı değil. Bizler sadece ön cephedeyiz.” Avigdor Lieberman (İsrail eski Stratejik İlişkiler Bakanı)
Hariri suikastından sonra, Fransa ve Almanya, Ortadoğu’da diplomatik olarak daha aktif olarak bulunmaya başladılar. Franko-Alman menfaatleri, Anglo-Amerikan menfaatleriyle örtüşüyor. Mısır’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmeden önce, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Almanya ve AB’nin Arab-İsrail barış sürecini başlatacağını söyledi. Franko-Alman diplomatları ve AB, Suudi Arabistan ile birlikte Filistinlileri daha az kızdırmak için çaba sarfettiler.
AMERİKA, FİLİSTİN DEVLETİ İLE NEYİ AMAçLIYOR?
2002 ve 2003 yılında Irak savaşına karşı yapılan gösteriler ile şu anda İran ve Suriye’ye savaş açılmasına karşı yapılan gösteriler arasında paralellik kurulabilir. Bu paralelliklerden biri, Washington’un Irak savaşı öncesi yeniden Arap-İsrail barış sürecini masaya getirerek bağımsız Filistin devleti kurulması için çalışmalar yapmasıydı.
Amerikalıların bir Filistin devleti kurulmasını istemelerinin arkasındaki düşünce, Arap dünyasındaki hükümetlerin, kendi halkları tarafından yıkılmasını önlemektir. Filistin sorunu, Arab dünyasının kalbini kazanabilir ya da kaybettirebilir. Filistin cephesi geçici olarak sessizken, Ortadoğu’da başka yerlerde yeni cepheler açılabilir.
İSRAİL NATO TARAFINDAN KORUNACAK
“İsrail’e gerekli güvenliği sağlamak için, onun Batı’nın (NATO) kolektif savunma silahlarıyla donatmak gerekir. Bu geliştirilmiş ilişkiler İsrail’in NATO üyeliğiyle de sonuçlanabilir ya da daha yakın stratejik ve operasyonel bir ilişki de olabilir. Hepsinden ötesi, İsrail’in bugün sahip olmadığı klasik bir güvenlik garantisine ihtiyacı var. İsrail ve NATo ilişkilerini geliştirmek, dikkatli bir diplomasi ve plan gerektiriyor” Ronald D. Asmus, Alman Marshall Fonu Direktörü (21 Şubat 2006)
İSRAİL İRAN’A KARŞI KOYAMAZ, BU YüZDEN…
İsrail, İran’ın askeri gücüne karşı koyamaz. Askeri olarak, İsrail’in büyük askeri güç olduğu illüzyonuna rağmen Tahran, İsrail’den daha üstün. Tel Aviv ancak ABD ve NATO’nun eşliğinde İran’a karşı bir savaş açabilir.
Böyle bir senaryoda, ABD, Britanya ve NATO hemen İsrail’in tarafına gelecekler. Bu önceden planlanmış bir senaryo. NATO’nun liderleri kendi halklarına İsrail’in İran’a saldırmaya mecburbırakıldığını, çünkü kendisinin var olma hakkı olduğunu söyleyeceklerdir. Sonrasında ise İsrail ile yan yana gelecekler. Şu da söylemeli ki, bir organizmanın ‘yaşama hakkı’ başka her şeyin ‘yaşama hakkı’nın son bulmasına bağlı ve sonrasında bu kanser gibi bir tehlike arzetmeye başlıyor.
ABD VE İNGİLTERE BU SEFER İSRAİL’İ öNE SüRECEK
Mart 2006 yılında, İngiltere’de NATO yetkililerinin ABD-İsrail’in İran’a karşı saldırısında rol alacaklarını söylediği bildirildi.
Eğer Amerika ve İngiltere, yeni bir savaşın öncülüğünü yaparlarsa, kendi halklarından tepki görürler ve ulusal istikrarsızlık oluşmaya başlar. Ancak, eğer savaşı İsrail başlatırsa, durum bu sefer farklı olurdu.
Eğer İsrail, kendisini büyüyen İran tehlikesinden koruma mazeretiyle savaş açarsa, Amerika ve NATO İsrail’i İran’dan korumak için başka bir savaş başlatmadan İsrail’in yardımına koşarlar. Böylece, suç Amerika ve İngiltere’nin üzerinden kalkış İsrail’in üzerinde kalacak. Batılı siyasi liderler, İsrail’in uluslar arası hukuku çiğneyip çiğnememesine bakılmaksızın, bu ülkenin korunmasının kendi ulusal çıkarları olduğunu düşünüyor.
NATO GENEL SEKRETERİ YAKOB (JAAB) DE HOOP SCHEFFER
NATO Genel Sekreteri, Yakob (Jaab) De Hoop Scheffer, Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaretinde, NATO’un İran Körfezi’nde çalışmalarına devam edeceğini söyledi. Scheffer, aynı zanda İran’ı ortak düşman olarak da niteledi.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de, İsrail’in İran’a savaş açacağını belirtti. Sarkozy, İsrail’in İran’a savaş açmasının Amerika’nın bu ülkeye savaş açma olasılığından daha büyük olduğunu söylemişti.
İSRAİL: AMERİKAN DIŞ POLİTİKASININ ORTADOĞU’DAKİ ENSTRüMANI
Tel Aviv, karşıtlarının, bu ülkenin sömürgeci projelerin Ortadoğu’daki aracı olduğuna dair iddialarını doğruluyor. İsraillilerin çoğunluğu, medyanın yanlış bilgi vermesinden, korku psikolojisinin yayılmasıyla manipüle ediliyor. İsrail kanı, baskılamak, öldürmek için kullanılıyor. Bu şekilde ekonomi imparatorluklarına daha fazla güç sağlanıyor. Merkantilizm hala canlı ancak, başka bir formda bulunuyor.
İsrail’in düşmanları bile Tel Aviv’in Anglo-Amerika ve onun dış menfaatlerinin bir aracı olduğunu kabul ediyorlar. 2006 yılındaki Lübnan Savaşı sırasında Hizbullah’ın ikinci ismi Şeyh Naim Kassam, İsrail’in savaş açarak Amerika’nın planlarını yerine getirmeye çalıştığını söyledi. Kassam, “ABD’nin ipleri İsrail’in elinde diye düşünülüyordu. Şimdi İsrail’i Amerika yönetiyor. İsrail Amerika’nın kucağına düştü”
(çev: habervaktim)