Tesettür yasağının kısa tarihi
Başörtüsü mü desek, türban mı desek tartışması neye yarar ki? Başörtüsü de desek, türban da desek, aynı şeyi demek istiyoruz; Müslüman kadının tesettürü...
Tarihler, Müslüman kadının tesettüründen duyulan rahatsızlığın ilk örneklerinin bizzat Asr-ı Saadet'te olduğunu haber verir. Bu rahatsızlığı ilk duyan Yahudiler'di. Bir keresinde bir Müslüman kadının tesettürüne müdahaleye kalkışmışlar, çıkan olaylar üzerine Allah Resulü onlarla olan anlaşmayı feshederek, bazı Yahudi kabilelerini Medine'den çıkarmıştı.
Müslüman kadının tesettüründen duyulan rahatsızlık, yakın tarihimizde de ortaya çıktı. Mütareke döneminde, işgal askerleri, Maraş'ta Müslümn kadınların tesettürüne müdahale etmek istemişlerdi. çevreden itirazlar olmuş ve münakaşa çıkmıştı. Derken Sütçü İmam belirdi ve işgal askerlerine haddini bildirdi. Milli Mücadele dönemenin en unutulmaz sahnelerinden biri meydana geldi.
Ama işgalcilerin yapamadığını sonrakiler yaptı. Müslüman kadının tesettürünü peyderbey kaldırdılar.
Böylece şehilerde tesettürsüz bir Batılı kadın modeli ile, kenar mahallelerde ve taşrada tesettürlü bir içine kapalı hayat tarzı ortaya çıktı. Batılı kadın modeline uyan kadınlarımız okur, sosyal hayata katılırken, tesettürünü açmayan kadınlarımız sosyal hayatın dışında kaldı.
Buna rağmen, henüz trajik sahneler yaşanmıyordu. Bu sahneler, şimdilik sadece komünist ülkelerde mevcuttu. Müslüman kadının tesettüründen duyulan rahatsızlık, sadece komünist ülkelerde yasaklama ve kovuşturma sebebi yapılmıştı. Sovyetler, Orta Asya'da, Bulgarlar ve Arnavutlar Balkanlar'da, tesettürle amansızca mücadele ettiler. "Kamusal Alan" uygulamaları ilk defa komünist ülkelerde ortaya çıktı. Kadınları zorla soydular ve her türlü dini kitabı toplattılar.
Bu politikayı her nasılsa Türkiye'de de hükümetler örnek almaktan sakınmadılar. Dini kitaplarla savaşın en meşhur sahneleri, İnönü döneminde yaşandı. Müslüman kadının tesettüründen duyulan rahatsızlığın ayyuka vardığı tarih ise 1968 oldu. Bu tarihte kendilerini "kemalist" olarak ifade eden "gizli komünistler"e devletin her kademesinde rastlanıyordu.
Bunlardan biri de Bahriye üçok'tu. Sovyet modelini Türkiye'ye taşımaya kalkışarak, Ankara İlahiyat Fakültesi'ne tesettürlü gelen bir genç hanımı dersten çıkarmak istedi.
Türkiye'de tesettür mücadelesi, mütarekete yıllarından sonra, ilk defa burada ortaya çıktı. Başını açması yönünde baskı yapılan Müslüman hanım, baskıyı reddedince, dersten çıkarıldı. Bunu gören 317 öğrenci de dersten çıktılar ve Ankara İlahiyat öğrenime ara vermek zorunda kaldı. Bu ve bunun gibi hadiseler, tıpkı Sütçü İmam olayında olduğu gibi, baskılara karşı mücadele şuurunun hızla gelişmesine yol açtı.
12 Eylül Cuntası da Müslüman kadınını tesettüründen büyük rahatsızlık duyuyordu. Kenan Evren, bir Erzurum seyahatinde, köylerine su getirilmesini isteyen hanımlara, "Başınızı açarsanız, köyünüze su getiririm" demişti. 1986'da tesettür yasağına karşı gösteriler İstanbul'dan başlayarak çığ gibi yurdun dört yanına yayıldı. Bazı hocaefendiler, bu gösterileri karalamaya çalıştılarsa da, Müslüman genç kızların üniversiteye girmeleri engellenemedi. Böylece tesettürlü kadınların şehir hayatına ve sosyal hayata katıldıkları yeni bir dönem başlıyordu.
Bu dönem 28 Şubat'a kadar sürdü. 1997'de İslâmcı parti hükümetin büyük ortağı durumundayken müdahale gerçekleşti. Hükümet yıkıldı ve Müslümanlar her alanda kovuşturulmaya başlandı. 1998 başlarında Kemal Alemdaroğlu İstanbul üniversitesi'nde türbanı yasaklamaya kalkıştı. Bazı cılız gösteriler dışında ciddi bir tepki ile karşılaşamayınca, 1998-99 öğretim yılından itibaren tesettür yasağı bütün üniversiteler ve imam-hatip okullarında uygulamaya konuldu.
Sovyetler ve çin'den sonra, tesettür yasağının en şiddetli uygulandığı ülke Türkiye oldu. Türkiye'de belki Sovyetler ve çin'den daha büyük acılar yaşandı. Binlerce genç kız, mağdur edildi, yerlerde sürüklendi, coplandı ve bir o kadarı tahsilini tamamlamak için Batılı ülkelere gittiler. Tesettür yasağı tarihinde bir eşi görülmemiş "İkna Odaları" uygulaması getirildi.