‘Türkler dönmedikçe...”
Kaya Ramada Oteli’nde yapılan Filistin’le Dayanışma Konferansı muhteşem bir finalle sona erdi. Gerçekten de doyurucu, tatmin edici ve kaynaştırıcı bir buluşma oldu.
Türkiye’nin her yanından ve yöresinden dinleyiciler vardı. Konya, Kayseri, Ağrı ve Diyarbakır; gelenlerden bazılarının mensup olduğu iller ve şehirlerdi. Bunun dışında İslâm aleminin de her yanından ve yöresinden gelenler vardı. Böylece hepsini bir arada görme imkanı olmayan insanlarla bu nadir münasebet sayesinde yeniden bir araya gelebildik ve alaka tazeleyebildik. Dolayısıyla tertip edenleri kutluyoruz. Karadavi, Gannuşi, Cevad Halisi, Muhyiddin Karadaği, Ahmet Raşid, İsam Beşir ve Suvaruzzeheb, Ömer Aşkar, Elifüddin Turabi gibi isimler vardı. Kısaca Keşmir ile Fas arasındaki İslâm kuşağından veya Daru’l İslâm’ın parçalarından ve onun ötesinde Batı aleminden birçok katılımcı vardı. Sonuç bildirgesinin hazırlanmasında fizibilite çalışması mahiyetinde olan atölye çalışmalarına da katıldım. Dayanışma ile alakalı olan atölye çalışmalarında Kuveyt Vakıflar Bakanlığı’ndan katılmış bir zatın sözleri bana fena halde dokunaklı geldi. Tarihten yola çıkarak şöyle bir ufuk taramasında bulundu ve şunları söyledi: “Türkler Arabistan’a dönmedikçe Filistin Araplara dönmez...” Iraklı ayetullahlardan Cevad Halisi de, “Filistin meselesi bir ümmet projesidir. Ümmet projeye katılmadıkça Filistin yetim kalmaya mahkumdur...” dedi. Gerçekten de Kudüs meselesi Muhammed Gazali gibilerin de belirttiği gibi bir akide ve inanç meselesidir. Elbette bunun başka boyutları da vardır. Bu boyutlardan birisi de insani boyuttur. Bu insani boyutta da mazlumların ittifakı vardır. Sudanlı İsam Beşir bunu yeni bir ‘hilfu’l fudul’ olarak tanımladı. Hilfu’l fudul aslında erdemliler ittifakı demekse de bunun başka bir açılımı mazlumların ittifakıdır. Abdulaziz Rantisi’nin eşi de bu bağlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı selamladığı gibi, Venezüela Cumhurbaşkanı Chavez’i de selamlamıştır. Mazlumlar ittifakının tabii üyelerinden birisi Chavez’dir.
¥
Yeniden Kuveyt Vakıflar Bakanlığı temsilcisine dönecek olursak, “Türkler Arabistan’a dönmeden Filistin Araplara dönmez ve tarihin bize gösterdiği ve öğrettiği budur’ dedi. Gerçekten de Kudüs bir ümmet projesiydi. Bunun merkezinde elbette ki tarihi nedenlerle Türkler yer almaktadır. Bunun nedeni Haçlılar döneminde Kudüs’ün kurtarılmasında oynadıkları rol gibi son Kudüs muhafızlarının da Türkler olmasıdır. Kuveytli zatın sözleri, Yavuz’un Şam seferine damgasını vuran bir olayı aklıma getirdi. Rivayete göre muhalifleri nedeniyle Muhyiddin Arabi’nin kabri kaybolmuş ve bunu hayatında iken tahmin eden İbni Arabi şöyle söylemiştir: “İza dahele’s sinu eş şine fezahare kabru Muhyiddin/ Sin Şın’a girdiğinde Muhyiddin’in kabri bulunur...” Bu ister Muhyiddin Arabi’nin bir öngörüsü isterse sevenlerinin bir öngörüsü olsun lakin Yavuz Şam seferinde Muhyiddin Arabi’nin kabrini buldurmuş ve bunun üzerine cami ve türbe yaptırmıştır. Akabinde de Yavuz, Filistin ve Kudüs üzerinden Mısır’a gitmiş ve burasını da Osmanlı topraklarına katmıştır. Günümüzde de lisan-ı haliyle Kuveytli zat şunları söylüyor: “İza dahale’l etraku eş şine fetaharraret el Kuds.” Yani Türkler yeniden Şam’a girdiğinde Kudüs’ün yolu açılmış demektir. Türklerin Şam’a ve Arabistan’a yeniden girmeleri Kudüs’ün kurtarılmasının en temel şartı yani İttihad-ı İslâm’ın gerçekleşmesidir. Kapanış konuşmasında da Karadavi neredeyse Kudüs’ün geri alınmasını elle tutulur bir gerçek (re’ye’l ayn) gibi anlattı. Yeter ki esbabı hazır olsun. Bu sebeplerden birisi Kuveytli zatın atölye çalışmalarında anlattığı meseledir.
¥
Cuma hutbesini de Kaya Ramada Otel’de Karadavi’nin ağzından dinledik. Uzun bir konuşma yaptı ve konuşmasının mihverinde Türklerin Kudüs’e yaptıkları hizmet vardı. Selçukluların kalıntısı olan Musul Atabeyleri olmasaydı Kudüs’ün fethi müyesser olmazdı. İmadüddin Zengi’nin açmış olduğu çığır ve süreç ile birlikte Nureddin Zengi’nin çabaları Kudüs’e giden yolu ardına kadar açmıştır. Nureddin Zengi’nin birçok sıfatı vardır, bunlardan birisi hulafa-i raşidin’in altıncısı olmasıdır. Onun dışında şehit olmadığı halde insanlar ona şehadet mertebesini yakıştırmışlar ve ‘yaşayan şehit’ ünvanını elde etmiştir. Adil ve Salih sultan bunlardan bir başka sıfatıdır. Kürt asıllı olan Selahaddin Eyyübi de onun bir fetası yani genci ve hayru’l halefidir. Onların açtığı yoldan yürümüş ve fetihte bir sonuç olmuştur. Selahaddin Eyyübi’nin kardeşlerinin isimleri de Türk isimleri olup kızkardeşlerini de Trük kökenli hükümdarlarla evlendirmiştir. Kardeşlerinden Tuğtekin, Büri ve Turanşah’ın isimleri katıksız Türk isimleri ve Türklerden başka kimsenin kullanmadığı isimlerdir.
Yusuf Karadavi, Nureddin Zengi ve babasının ve Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’le ilgili hizmet ve yararlılıklarını anlattıktan sonra meseleyi Sultan İkinci Abdulhamid’e getirmiştir. Murat Bardakçı gibiler bu sultanın Filistin’e hizmetlerine kesif gölge bulutları düşürmeye çalışsalar da Arap dünyasını Sultan İkinci Abdulhamid’i bir Filistin kahramanı olarak biliyor. Bunu kimse Arapların zihninden silemez. Doğrusu da budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.