Silahların sahibi ortada ne olacak şimdi?
Hatırlarsınız, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, 29 Nisan’daki basın toplantısında, Poyrazköy’de ele geçirilen silah ve mühimmatla ilgili şöyle dedi: ‘Envanterimizde yoktur, TSK’ne ait değildir.’
O toplantıda Başbuğ’un şöyle bir ifadesi daha vardı: ‘Bu silahların bizim envanterimizde olması demek, silahlı kuvvetlerden çalınması anlamına gelir. Silah ordunun namusudur, TSK ile irtibat kuruluyor, bu doğru değil.’
Bu açıklamaya Ergenekon taifesi ve medyadaki uzantıları balıklama daldı: ‘Bu silahlar TSK’nin değilse Emniyetindir. İşte gördünüz, Emniyet tuzak kurmuş...’
Emniyet, silahların menşeine ilişkin tartışmalar yoğunlaşınca üç gün sonra açıklama yapıp ‘Bizim de envanterimizde yok’ dedi.
Silahlar ‘arada’ kalmıştı.
Bunun üzerine Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, MKE Genel Müdürlüğü’ne başvurarak, bu silah ve mühimmatla ilgili ‘çok acele’ bilgi istedi. Hangi kurumlar için üretildiğini ve ne zaman teslim edildiğini sordu.
MKE, 14 Mayıs 2009 günü cevap verdi. Cevabı, bugün Star ayrıntılı olarak yayınlandı. Meğer birçok bomba, mermi ve law silahı, TSK’nin envanterindeymiş.
Deniz Kuvvetleri’nde var, Kara Kuvvetleri’nde var, Hava Kuvvetleri’nde var, Jandarma’da var, Özel Kuvvetler’de var...
Demek ki, bu silah ve mühimmat, TSK depolarından çalınmış, hile yoluyla envanterden düşürülmüş.
Sözüm Ahmet Hakan, Oray Eğin ve Faruk Eminağaoğlu’ndan dışarı, askerlik yapanlar bilir ki, orduda silah ve mühimmat hırsızlığı sürpriz değil, bildik bir mevzudur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da görevden dönen kimi subay ve astsubay, envanterden düşürerek kendilerine silah ve mühimmat dolu ‘Vietnam Sandığı’ oluşturmuştur.
Bugün Ergenekon soruşturması kapsamında ele geçirilen silah ve mühimmatın bir bölümü, bu sandıklardan çıkarılmıştır.
Samimiyetle itiraf etmek gerekir, bu askerlerin çoğunluğu terörle mücadelede önemli başarıların da sahibidir.
Ne var ki, sadece silahların konuştuğu dağdan hukukun egemen olduğu düz ovaya indiklerinde uyum sorunu yaşamışlar, rehabilite edilemedikleri için birer ‘suç makinesi’ne dönüşme riskiyle baş başa kalmışlardır.
Yeni hayata entegre olanlar başarmış, diğerleri Ergenekon başta olmak üzere birçok suç örgütüne savrulmuştur.
Dün Hürriyet’in methiyeler dizdiği Ergenekon şüphelisi Serdar Öztürk’ü, bir de bu perspektiften değerlendirmekte yarar olabilir.
Sözün özü; pislikleri halının altına süpürerek veya çürük elmaların üstünü hamasetle örterek kurtulamayız.
Ağacın kurdu içinde olur.
Bu faslı kapatmadan şu küçük dipnotu da düşmeliyim. Geçen yıl akreditasyon sorununu çözdüğünde Genelkurmay’da tanıştığımız Başbuğ, bize demişti ki: ‘Elbette yorumlarınızda özgürsünüz. Ama haberleriniz doğru olmalıdır. O zaman aramızda hiçbir problem olmaz.’
Başbuğ’un bu sözleri biçim için ‘taahhüt’ idi.
Ben de aynı kanaatteyim; doğru, iki nokta arasındaki en kısa yoldur. Doğruyu arayan herkesle yolumuz mutlaka kesişir.
Arınç çıktıkça Akman iniyor
Kamuoyu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Deniz Feneri soruşturması ve RTÜK Başkanı Zahit Akman’la ilgili açıklamalarını yakından takip ediyor. Arınç vurdukça yükseliyor, Akman dibe doğru iniyor.
AK Partili bakan, milletvekili, teşkilat mensubu, sempatizan kiminle konuşsanız, çoğunluğu Arınç için ağzını doldururcasına ‘Helal olsun’ diyor. Akman için yüzlerini buruşturarak ‘neden koltuğuna yapışıp kaldı, anlamadık’ şaşkınlığı içindeler.
Bu ilgi med ve cezirini en somut şekilde, hafta sonu Ankara’daki Türkçe Olimpiyatları’nda yaşadık. 115 ülkedeki Türk okullarından öğrencilerin katıldığı bu programı izlemek üzere salonu dolduran binlerce Ankaralı, Arınç salona girdiği vakit çılgınca alkışladı.
Arınç da şaşırmıştı, sanki.
Bu yoğun ilgiye dair konuştuğum herkesin kanaati, Deniz Feneri ve Zahit Akman’la ilgili çıkışıydı. Bu tablo bile her şeyi anlatmaya yetiyordu.
Üzülerek görüyorum; geldiği noktada RTÜK’deki varlığı, itibarsızlaştırma kampanyasına katkı sağlayan Akman’ın dost tavsiyelerini görmezlikten gelmesi, hiç hak etmediği bir sona doğru sürükledi onu.
Evet, infaz, yargısızdı. Koltuğa yapışmak da...
Neyse, artık çok geç. Bundan sonra istifa etse de etmese de ‘Zahit Akman’ için itibar arttırıcı bir sonuç doğurması mümkün mü, çok iyimser değilim.
Ta ki, dava sonuçlanıncaya dek...
Zaten çok fazla zamanı da kalmadı. 14 Temmuz’da istese de istemese de yerine başkası seçilecek, isim bile belli.
Keşke, yiğitlik kendinde kalabilseydi...