Bir yemin töreninin anatomisi
Haftaya damgasını vuran gelişme; Belçika vatandaşı Mahinur Özdemir’in, Brüksel yerel meclisine seçilmesinin ardından katıldığı yemin töreni oldu. Haliyle Türkiye’de herkes, on yıl öncesine geri döndü, bu satırların yazarı üzerinden yürütülen “başörtüsüne ölüm” kampanyasını böylece hatırlamış oldu.
Telefonum Washington saatiyle gece yarısından itibaren çalmaya başladı, gün boyu ve ertesi güne uzanan saatlere kadar farklı yayın organlarına demeçler sebebiyle de meşgul kaldı. On sene önce bana hiç söz hakkı vermeyen ve fakat benimle ilgili haberleri fabrike etmekte de bir an tereddüt etmeyen televizyon kanalları, bu sefer merakla ne düşündüğümü soruyorlardı. Eh, ne de olsa bana karşı, birileri adına yüklendikleri görev artık sona ermiş, sağcısıyla-solcusuyla, medyasıyla, siyasetçisiyle başörtülü milletvekilini Meclis dışında bırakmayı başarmışlar, ondan negatif bir örnekleme çıkarmak adına çoluğuma çocuğuma varana kadar linç kampanyasını geniş bir yelpazede tutmaya da özen göstermişlerdi. Parmaklarını dakikalarca çekmeden bastıkları zilimiz, gecenin sessizliğini delen bir bıçak, yüreğimize saplanan bir hançer gibiydi; o uzun, bitmez gecelerde. Güneşin hiç doğmayacağını sandığımız o kâbus gecelerinde.
Kimin umrundaydı ki doksan küsur yaşında bir anneanne vardı bu evde veya zille yataklarından sıçrayan yedi ve sekiz yaşında iki ürkek yavru. Okullarında olanıysa hiç hatırlamasak daha iyi...
Şimdi hepsi geride kalmıştı, onlar için de bizim için de. Bugün, on sene sonra belki de ilk defa ne düşündüğümü tarafsız, imasız soruyor, Mahinur’un yemin törenindeki hislerimi öğrenmek istiyorlardı.
Ne düşünebilirdim ki? Déjà vu’nun getirdiği duygu selinin, nemli gözler eşliğinde, sevinçle hüznü gerginlikle huzuru bir arada yaşatan hisler karmaşasının kolay da bir izahı yoktu. Meclis’in en genç üyesi olan Mahinur, Meclis başkanının yanındaki yerini tören öncesinde almış, bir sorun yaşamamıştı. Ben de onun gibi TBMM’nin en genç üyesiydim ama, değil Meclis başkanının yanında bulunmak, tören başladığında genel kurulda bile değildim. Diğer 549 milletvekili gibi ben de seçilmiştim. Ben de onlar gibi mazbatamı alıp “milletvekili” ilan edilmiştim. Amma... diğer milletvekilleri gibi yemin törenine başından itibaren katılmam partim tarafından dahi uygun görülmemişti. Mahinur’la kaderimiz ilk burada ayrışmıştı...
Şimdi onun önünde uzun parlak bir yol var. Yolunun açık olmasını diliyorum. Ona dua ediyorum. Demeçlerini dinledim: “Medyaya beş sene sonraya randevu verdim, bekleyin görün, beni yaptıklarımla ve yapmadıklarımla değerlendirin” diyor. O basın da, evet o Belçika basını da bunu kabul ediyor. Söylediklerini bırakıp, giydiğiyle ilgilenmiyor, sözlerinde art niyet aramıyor. Ona köstek değil, destek oluyor. İşte Belçika’yla aramızdaki fark!
Bu arada bizimkiler Mahinur elini kaldırıp yemin edene kadar “ha bir gayret” diyerek kriz “umuyorlardı.” Madem Belçika basını yapmadı, biz yapalım krizi havasındaydılar. Kavgadan beslenen, onunla üreyen, hayat bulan “malum” medyamız tören öncesi “Belçika’da türban krizi” manşetleriyle verdiler haberi. Ah bir çıksa da sevinsek dercesine bıyık altından sinsi sinsi sırıtan bu felaket tellalları umduklarını bulamadılar ama. Böyle olunca da ağız birliği etmişcesine hepsi “Türban krizi aşıldı” haberini girdiler. Fesubhanallah! Türban krizi aşılmış! Hangi kriz? Onların kafalarının içindeki “kriz.” Ah keşke olsa diye el ovuşturdukları kriz. “Neden başı örtülü birinin yemin etmesine müsaade ettiniz?” diye sormak yerine veya “Başörtüye izin vermeyin!” demek, asıl niyetlerini açık açık ifşa etmek yerine münafıkça, tilki kurnazlığıyla krizin aşıldığını söylüyorlar... ağıt yakarcasına. Taa Türkiye’den ithal ettikleri türban krizi maya tutmayınca bari “aşıldı” diyelim diyorlar. Ahlak yoksunu adamlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.