Demokrasi ve hukuk vurgusu ama...
Başbuğ konuştu. Konuşmasının "Belge sahte çıkarsa Türkiye TSK'nın ne yapacağını görecek" sözünün karşılığı olduğunu belirterek konuştu. Savunma ağırlıklı bir konuşmaydı ancak savunmasının içinde de belirgin bir öfke vardı.
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı medya üzerinden "örgütlü", "planlanmış", "asimetrik" bir yıpratma harekatı yürütüldüğü kanaatindeydi ve cevapları bunu göğüslemeye yönelik oldu.
Başbuğ'a göre TSK'nın yıpratılması memleketin beka sorunu ile ilgiliydi. Başbuğ bu değerlendirmeyi yaparken, medyada, askerin sürekli darbe ve muhtıra ile ilgili olarak gündeme gelmesinden rahatsız olduğunu ifade etti. "Silahlı Kuvvetler üzerinden elinizi çekin. Kendinizi TSK'ya karşı duruşunuzla tanımlamayın. Yıpratma faaliyetine katlanamayız." Bunlar Başbuğ'un vurgulu ifadeleriydi.
Burada şunu vurgulamak isterim.
Sayın Başbuğ'un bu rahatsızlığı anlaşılabilir bir şeydir ama TSK'nın darbe ve muhtıra ekseninde anılmasını, medyanın kusurundan ziyade TSK'yı bu alana sürükleyenlerle ilgili olarak görmek daha doğru olurdu diye düşünüyorum. Belki şunu da not düşmek gerekiyor: Ordu, sadece Silahlı Kuvvetler mensuplarının ordusu değildir. Ordu tüm ülkenin ve tüm toplumun ana güvenlik müessesesidir. Dolayısıyla "Orduyu yıpratmak" gibi düşmanca bir hesapla, Ordunun muhtıra ve darbe girişimleri içinde rol almasını ve siyasi tavır sergilemesini eleştirmenin orduyu yıpratacağını düşünmek aynı kategoride değerlendirilemez. Aksine, bu tavrın da pekala, Ordunun yıpranmasını önlemek amacına yönelik olduğu ifade edilebilir.
Başbuğ, uzunca bir bölümde, askeri savcılığın itibarını savundu.
Belgeyi "kağıt parçası" olarak niteledi. Ancak, belge ile ilgili kovuşturmanın henüz kesinlik kazanmadığının da altını çizdi. Eğer yeni bulgulara ulaşılırsa, soruşturmanın yeniden başlayabileceğini söyledi.
Belgenin medyaya "servis edildiği" kanaatindeydi ve sorumluların bulunması için İstanbul Cumhuriyet Savcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuşlardı.
Kimi medya mensuplarının Başbakan ve hükümet aleyhindeki kışkırtıcı söz alma taleplerine prim vermedi.
Aynı şekilde, "TSK'ya karşı asimetrik operasyon yürütüldüğü iddiasının hedef aldığı kişi ve kurumların ismini açıklayacak mıydı yoksa bunu devlette ilgili kişi ve kurumlarla paylaşacak mıydı, paylaşmış mıydı?" sorusu soruldu.
Başbuğ bu konuda, "Kesin bilgi ve belge olmadan kamuoyu önünde kişi ve kurum ismi zikretmenin doğru olmayacağını" belirttikten sonra, buna dair duyumları devletin ilgili birimleriyle paylaştığını söyledi.
Başbuğ, önümüzdeki hafta yapılacak MGK'da, belge ile ilgili meseleyi gündeme getireceklerini de, "Türkiye görecek" sözü kapsamında zikretti. Buna göre MGK'da, 28 Şubat MGK'sı ölçeğinde olmasa bile, farklı bir hareketlilik yaşanacağı muhakkak.
Başbuğ'un altını ısrarla çizdiği husus, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin demokrasiye ve hukuk devletine bağlılığını vurgulaması oldu. Hem 20 dakikalık sunuş safhasında, hem soru-cevap safhasında bunu defalarca dile getirdi.
Bir şeyi daha dile getirdi: Hukuk devleti ve demokrasiye bağlı olmayanların TSK bünyesinde barındırılmayacağı hususunu...
Ben, Başbuğ'un kendi dönemini, böyle bir TSK imajını kökleştirmek için değerlendirmeyi birinci öncelik olarak gördüğünü düşünüyorum.
-Bunun teminatı benim diyor ısrarla. Kendi kişiliğini koyuyor ortaya.
Ben, basın toplantısı süresince en bariz kırılmanın son bölümde yaşandığını düşünüyorum.
Sabah'ın Ankara temsilcisi, Okan Müderrisoğlu'nun Albay Dursun Çiçek'le ilgili sorusu Sayın Başbuğ'u zora sokmuş gibi gördüm. Soru şöyleydi:
-Albay Çiçek şu anda Genelkurmay Karargâhı'nda görevine devam ediyor muydu? Albay Çiçek'le ilgili olarak daha önce ucu sosyeteye kadar uzanan ve birçok sivil toplum kuruluşunu içine alan andıçla ilgili bir işlem yapılmış mıydı?
Başbuğ bu soruyu, "kesinleşmemiş iddialarla kimseyi yargılayamayız" gibi çok genel bir sözle karşıladı. Bu cevap sanki Albay Çiçek'le ilgili önceki iddiaları görmezden geliyormuş gibi bir izlenim doğurdu.
Burada bir notum şu olacak:
"Başbuğ, olan bitenler bizim görevlerimizi yerine getirmemizi engelleyemez. Yasal platformlarda güvenlikle ilgili görüşlerimizi söyleyeceğiz" diyor.
Bu söz, TSK'nın vazife anlayışının nerede başlayıp bittiği konusunda bir ipucu vermekte mi?
Bu soruyu soruyorum çünkü demokrasiye ve hukuka bağlılık sözleri "TSK'nın iç hizmet kanunundaki vazife tanımı" söz konusu olduğunda nasıl bir anlam kazanıyor. Bu konuda tam bir netlik oluşmadığını düşünüyorum.
Muhtıra ve darbe sözcükleri "koruma ve kollama" ile bağlantılı olarak ortaya çıkıyor ve ben şu ana kadar Genelkurmay'daki bir sorumlu kişiden, koruma ve kollamanın darbe ve muhtıraları içermediğine dair bir söz işitmedim. Sayın Başbuğ'dan bile...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.