Türkiye’den bakınca
Çin ile ilişkilerin bozulması, özellikle ithalatın sınırlandırılması bazı çevrelerde olumsuz karşılanıyor. Çin ucuz tüketim malları ve girdiler sağlayan bir kaynak olarak görülüyor ve Çin malları olmayınca fiyatların artacağı söyleniyor. Ucuz tüketim malları ve girdilerden mahrum kalmak fiyatları bir ölçüde artırabilir ama bunun düzeyi sınırlıdır. Ayrıca fiyatlardaki bir sıçrama enflasyonist bir sürecin başladığı anlamına gelmez ve fiyatlar yeni bir düzeyde dengeye gelir. Kaldı ki bu yükselişin ciddi boyutlarda olmayacağı kesindir. İthal edilmeyen mallar, büyük bir ihtimalle, iç üretimle karşılanır ve bu durum daha çok tercih edilir. Ancak bu ithalatla kar sağlayanların yeni duruma intibakı zor olabilir ve karlarından fedakarlık etmek istemeyebilirler.
Çin ile ekonomik ilişkileri olanların ekonomik nedenlerle bu yolu seçtiklerine şüphe yoktur. Ancak her şey ekonomiden ibaret değildir ve ekonomik ilişkiler, sanıldığının aksine, siyasetin onayından geçmek zorundadır. Oysa yaygın kanı ekonominin kendi dinamikleri olduğu ve siyasetten bağımsız yürütüldüğü biçimindedir.
Türkiye’deki öteki bakış açısı soydaşlarımıza yapılanların kabul edilemeyeceği, olayların soykırım olduğu ve karşılık verilmesi gerektiği yönündedir. Bunun hükümeti temsil eden kişiler tarafından da dile getirildiği gözlenmektedir. Ancak iktidarın tümüyle aynı görüşte olduğu söylenemez ve olaya ekonomik açıdan yaklaşanlar dışarıdan kışkırtmalar yapıldığı ve sükunetin kısa sürede sağlanacağını düşünmektedir. Bu görüşte olanlar Çin’in geleceğin ekonomik ve dolayısıyla siyasi açıdan süper gücü olacağını, onunla ilişkileri bozmanın bu büyük güçle gelecekteki ortaklığımızı tehlikeye atacağını düşünmektedir.
Bu konu iki ülkenin ilişkilerini aşar niteliktedir ve Türkiye’nin gelecekteki konumunu belirleyecektir. Politikamız belirlenirken şu sorular cevaplandırılmalı ve buna dayanan bir model üretilmelidir. ABD ve Rusya, biri için rakip diğeri için tehdit oluşturacak Çin’i sınırlandırmak ve izole etmek istemekte midir? Kendi dünya modeli için Çin’i baş aktör sayan küresel sermaye gücünü muhafaza etmekte midir? AB’nin Çin’e bakış açısı nedir? Onun gelişmesini ve ABD ile Rusya’yı dengeleyerek ona oyun alanı açmasını istemekte midir? Bu soruları cevaplandırdıktan sonra yeni dünya düzeninde yerimizin ne olacağı belirlenir. Ya Uzakdoğu’ya bölgenin kapılarını açarız ya da onları engelleyen bir duvar oluruz.
Bu konularda henüz bir fikir birliğine ulaşılmadığını görüyoruz. İleri sürülen düşünceler çoğunlukla siyasi analize dayanmıyor ve duygusal tepkileri dile getiriyor. Bu tepkilerin ciddi sonuçlar doğuracağının hesaplanmış olup olmaması önemli değildir ama herkes bu sonuçlardan etkilenecektir.
Önümüzdeki dönemde benzer konularla ilgili birçok olayla karşılaşacağız ve hepsi dünyanın neresinde duracağımızı sorgulayacak. Bütün hakkında karar verirsek tekil olaylara karşı nasıl davranmamız gerektiği konusunda tereddüde düşmeyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.