İslamcıların başarı kriterleri ve ikilem
Teşkilat ile İlgili Başarı Kriterleri ve Bunun Büyük İkilemleri – 1
Teşkilatlanma artık tek bir liderin dehasına dayanan kişisel bir yetenek olmaktan çıkıp, metotları ve kuralları olan köklü bir ilim haline gelmiştir. İslâm için çalışanların da artık bunları çok iyi bilip kavramaları gerekiyor.
Çağın gerisinde kalmış araçlarla dine hizmet etmeye çalışmak, asla başarıya götürmeyecek bir kusur eksikliktir. Hatta bundan daha kötüsü, böyle bir şey insanların bizzat dinin kendisi hakkındaki görüşlerini olumsuz yönde etkiliyor ve dinin gölgesinde adaletin gerçekleştirileceğine olan ümitlerini yok ediyor.
Aşağıda teşkilat ile ilgili başarının altı kriteri ele alınıyor. Bu kriterlerin, -ayrıntılar ve özel durumlar dikkate alınmazsa- genel olarak siyasi ve toplumsal teşkilatlanmalar hakkında hüküm vermeye uygun olduğunu kabul etmek mümkündür. Bu kriterlerin hemen ardından, teşkilat ile ilgili düşüncedeki büyük ikilemler ele alınacaktır.
Birincisi: Esneklik Kriteri
Esneklik seviyesi ne kadar yüksek olursa, teşkilatın başarılı olma ihtimali de o kadar yüksek olur. Esneklik üç çeşittir:
1- Görev ile ilgili esneklik: Bu esneklik teşkilatın hedefleri ve görevleriyle bağlantılıdır. Buna göre teşkilat, yerine getirip tamamladığı veya tamamlayamayacağı bazı aşamasal hedeflerini ve eylemsel görevlerini, yeni şartlardaki daha önemli veya daha kolay gerçekleştirilebilecek hedeflerle ve görevlerle değiştirmeye güç yetirebilmelidir.
Her teşkilat, bazı aşamasal görevlerinden ve hedeflerinden kurtulup, değişen şartlardaki imkânlarıyla daha uyumlu olan görevler ve hedefler benimsemeyi başaramıyor. Doğal olarak böyle teşkilatlar donmaya ve yavaş yavaş ölmeye mahkûm oluyorlar. Aşamasal hedeflerden ve bazı eylemsel görevlerden kurtulmak, teşkilatın varlık nedeni olan temel ilkelerden ve yüksek hedeflerden de soyutlanmak anlamına gelmiyor.
2- İcraat ile ilgili esneklik: Bu esneklik, teşkilatın yapısıyla ve iç icraatlarıyla ilgili olup, teşkilat liderinin değişmesi ve aldığı kararlarla da bağlantılıdır. Buna göre teşkilat, liderlerini kolaylıkla değiştirebilmeli ve uygun zamanda, uygun kişinin kolayca lider olabilmesi için, esnek bir üslupla liderliğe yükselebilmenin ve oradan inmenin kapısını açık tutmalıdır.
3- Hareket ile ilgili esneklik: Bu esneklik, teşkilatın, değişen durumların ve yeni gelişmelerin karşısına, eski üslup ve yöntemlere saplanıp kalmadan, değişen yeni üsluplar ve yöntemlerle çıkabilmesidir. Evet, bu esneklik, geçmişte eski üslupların uygunluğu sabit olsa da, yeni gelişmeler karşısında, bunları yenileriyle değiştirebilmesidir. Çünkü geçmişte başarılı olmuş üslup ve yöntemlere, bazen değişen şartlarda da sımsıkı sarılma yoluna gidilebiliyor ve bozulma da buradan başlayabiliyor. Sonuçta teşkilat, eski başarılarının kurbanı haline geliyor.
İkincisi: Kenetlenmişlik Kriteri
Teşkilattaki kenetlenmişliğin güçlülük oranı, teşkilatın o ölçüde başarılı olma ve meydan okuyuşlar karşısında sarsılmadan ayakta durma imkânına sahip olduğuna karine teşkil eder. Aktif ve dinamik bir kenetlenmişlik, teşkilat içinde, şu üç temel mesele hakkında -büyük oranda- görüş birliği içinde olmayı gerektiriyor:
1- Teşkilatın tabiatında ve mesajında: Bu husustaki görüş birliğinin, sanıldığı gibi sadece en yüksek hedeflerde ve teşkilatın varlığını haklı kılan temel düşüncelerde sağlanmış olması yeterli değildir. Zaten teorik meseleler olduğu için, bunlarda görüş birliğinin sağlanması kolaydır. Bilakis görüş birliğinin, temel-aşamasal hedeflerde ve bu hedefleri gerçekleştirmek için benimsenecek aktif ve dinamik araçlarda da sağlanmış olması gerekir.
2- Teşkilatın liderliğinde: Hem yapı, hem yetkiler ve hem de kişiler noktasında. İşte bu husustaki görüş birliği, kenetlenmişlik ve birliğin en büyük güvencesi ve garantisi olarak kabul edilen teşkilat içi meşruiyetin de kendisidir.
3- Üzerinde ittifak edilmiş düzenlemelere uygun olarak, teşkilat içi anlaşmazlıkların çözüm araçlarında: Yöneliş, gidişat veya liderlikle bağlantılı olabilecek bu anlaşmazlıkları, esnek ve barışçı yöntemlerle ele almak, teşkilat yapısında çatlak oluşmasına, gidişatta tökezlemeye ve yönelişte sapmaya engel olabilir.
Üçüncüsü: Bağımsızlık Kriteri
Bununla kastedilen, teşkilatın, onu oluşturan bireylerden ve toplumsal güçlerden ayrı bir manevî varlığa ve hükmî (tüzel) kişiliğe sahip olmasıdır. Böylece varlığı ve aktifliği, kendisinin dışındaki her hangi bir güce bağlı olmaz ve o güçlerden her hangi birine hizmet eden bir araç durumuna düşmez. Aksine hangi hedefler için kurulmuşsa, sadece onlara hizmet etmenin bir aracı olur.
Bir teşkilat, liderliği veya toplumsal bir grup -bir aile, kabile veya sınıf- tarafından, kuruluş amacının zararına olacak şekilde, kendi çıkarları için kullanılabiliyorsa, o teşkilatın bağımsız olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Bireyler ve toplumsal güçler, hizmet etmek için bağımsız teşkilatın çatısı altında toplanırlar ve onun hedeflerini benimserler. O bireyler veya toplumsal güçler, teşkilatın çatısı altında toplanmış olmalarının arkasında bazı semereler de elde edebilirler; ancak bu, teşkilatın hedeflerine bağlı olarak ve teşkilatın mesajının gerçekleştirilmesinde ilerleme kaydedilmesinin bir sonucu olarak gerçekleşir.
Teşkilatı oluşturan bireylerin ve toplumsal güçlerin hedefleri, teşkilatın hedeflerinin üzerine çıkarsa veya onunla rekabet eder hale gelirse, teşkilat bağımsızlık kriterini kaybetmiş olur.
Dördüncüsü: Komplekslik Kriteri
Bununla kastedilen, teşkilat yapısının, farklı birimlerden ve şubelerden oluşuyor olmasıdır. Bu komplekslik içinde teşkilat birimleri, -aralarındaki bütünlük, denge, bazılarının diğerlerine dayanması ve yine bazılarının diğerlerine hükmetmesiyle birlikte- hem görev yönünden hem de coğrafi yönden, müstakil bir yapıya sahip olur.
Komplekslik, teşkilatın, şahıslardan bağımsız bir şekilde kendi kimliğini oluşturmasına yardım eder. İstikrarını ve sürekliliğini sağlamlaştırır. Varlığı ve devamlılığı kurucu lidere veya öncü kuşağa bağlı olmayan tüzel kişiliğini de güçlendirir.
Teşkilattaki komplekslik, teşkilata tek başına hükmetmek isteyen liderleri hoşnut etmeyebilir ve bu liderler tek başlarına hükmetmeyi sağlama almak için teşkilatlarını sade ve basit bir yapıda devam ettirirler. Ancak bu kimseler, kısa vadede kendi otoritelerine hizmet ettikleri oranda, uzun vadede bir kurum olarak teşkilatı zayıflatmış olurlar.
Beşincisi: Kapsayıcılık Kriteri
Her hangi bir teşkilatın kurulmasının amacı, bir taraftan kolektif gayretleri koordine etmek ve onları ortak bir hedefe yönlendirmek, diğer taraftan da aynı mekânda, koordinesiz ve uyumsuz olarak harcanacak bu gayretlerin yok olup gitmesine, birbirleriyle çarpışmasına ve birbirlerini izale etmesine engel olmaktır. Bir teşkilat, bütün organlarını/üyelerini kapsayıp, onların gayretlerini, -hiçbirinin kendisini dışlanmış ve diğerlerinin tercih edilmiş olduğu hissine kapılmadan, yine sarf ettikleri gayretlerin çarpışmasına veya birbirlerini izale etmesine yol açmadan- koordine edip birbiriyle uyumlu hale getirirse, bu onun doğru istikamette yürüdüğüne delil teşkil eder.
Eğer bunun tersi olursa, yani bazı organlar/üyeler, hedeflere olan inancın zayıflığı, liderliğe olan güvenin eksikliği, dışlanmışlık hissine kapılmaları veya gayretlerin kötü yönlendirilmesi sebebiyle teşkilata olan güvenlerini kaybederlerse... Aynı şekilde teşkilat liderliği, uyum ve ahenk içinde olacak şekilde kolektif gayretleri yönlendirme gücünü kaybedip, bu gayretler birbiriyle çarpışır ve birbirlerini izale eder hale gelirse... İşte bütün bunlar, teşkilatta işlerin karışmaya başladığını, teşkilatın mesajını kaybettiğini ve (ortak bir hedefe) yönlendirmek istediği bireysel gayretlere bağlı biri hale geldiğini gösteren olumsuz işaretler olarak ortaya çıkar.
Altıncısı: Pozitiflik (Olumluluk) Kriteri
Bununla kastedilen, teşkilatın, işlerinde hızlıca hareket etmeyi elden bırakmaması ve toplumundaki gelişmelerle pozitif (olumlu) bir etkileşim içinde olmasıdır. Teşkilatın, hesapsız ve beklenmedik sıçrayışlara yönelmeden, aynı şekilde geri kalmışlıktan, donukluğa saplanmaktan ve marjinal kalmaktan korunarak, doğal bir yükseliş kaydedeceği yegane yol budur.
Pozitiflik, büyük oranda gerçekçi olmayı gerektirir... Karanlıklar tarafından ne kadar örtülürse örtülsün iyiliği teşvik eden ve kötülüğü değiştirmek için onunla iç içe yaşayan bir gerçekçilik... İnsanlardan ümidi kesmeden, tedbirsizce bir acelecilik içine girmeden ve topluma isyan etmeden... Kötülük ve negatiflik (olumsuzluk) faktörlerinin iyice sağlamlaşıp yerleşmesine yardım edecek bir boşluk da bırakmadan... Ve istenilen hedefleri gerçekleştirmek için, az da olsa sürekli gayret etmeye, sessiz ve etkili bir şekilde çalışmaya ve aşamalı olarak ilerlemeye inanarak...
Bütün bunlar ancak toplumdaki kuvvet ve zayıflık faktörlerini, gidişattaki üstünlük ve eksiklik yönlerini, kazanma ve etkili olma araçlarını ve hızlıca değişim yapmanın etkenlerini tam olarak kavrayarak gerçekleştir. Açılacak bütün gediklere dikkat ederek ve doğacak bütün fırsatlardan da yararlanarak.
*****
Teşkilat ile ilgili başarı kriterlerinin bazıları hakkında yaptığımız bu kısa açıklamalardan sonra, şimdi de, İslâmî hareketler için fikrî ve eylemsel zorluğu temsil eden teşkilat ile ilgili ikilemlerden sekizini kısaca ele alacağız. Her hareketin gidişat ve beklentileri, bu ikilemlerle iyi bir şekilde başa çıkmayla bağlantılıdır.
Ele alacağımız ikilemler şunlardır:
- Şekil ve amaç.
- Gizlemek ve açığa vurmak.
- Derinlik ve yayılmak.
- Genellik ve özellik.
- Belirginleşmek ve köşeye çekilmek.
- Bağlılık ve hızlılık.
- Birlik ve farklılaşmak.
- Ayırmak ve eklemek
Birincisi: Şekil ve Amaç
İslâmî hareketlerin teşkilatçılıkta karşılaştıkları fikrî problemlerin ilki, şekil ve amaç ikilemi ve bu ikilem üzerine bina olunan pratik etkilerdir. İslâmî hareketlerde teşkilatın amacı, dine hizmet aracı olması ve bunun için ortaya konan gayretleri birleştirmesidir.
Ancak insanların zihinlerindeki şekiller, bazen amaçlara ve hedeflere dönüşüyor. Özellikle de şekil, belli bir süre, ilkeye hizmet etmekte başarılı olmuşsa. İslâmî hareketlerden birçoğu bu hastalığa yakalanmıştır; yani içeriklerin zararına olacak biçimde şekillere sarılma ve özden çok, görüntüye düşkün olma hastalığına.
Değişen hayat, değişen cevapları ve karşılıkları gerekli kılıyor. Dolayısıyla artık teşkilatın ve çalışma şartlarının ihtiyaçlarını karşılayamayan şekillere yapışıp kalmak, geri kalmaya ve donukluğa yol açıyor ve bu da hareketin yükselişini ve gelişmesini ortadan kaldırıyor. Filozof şair Muhammed İkbal, Müslümanlara kılıcın kınının süsüyle uğraşmayı bırakmalarını tavsiye ederken ne de güzel söylüyor:
Kının konforunu terk et, bütün görkemiyle Hilal de Kılıçtan farklı bir şekle sahiptir [1]
Şekil ve amaç tartışması, sanıldığı gibi eyleme ilişkin bir problem değildir; aksine İslâmî çalışmalardaki, hem ilke ile metot ve hem de amaçlar ile araçlar arasındaki ilişkiyle bağlantılı öze ilişkin fikrî bir problemdir. Ve bunlar arasındaki her karışıklık, çok kötü pratik sonuçları olan fikrî sapmalara yol açıyor.
Bu durum, Malik bin Nebi'nin uyarıda bulunduğu "bedenselleştirme" (tecsîd) hastalığıdır. Yani ebedî ilkelerin, ebedî olmayan şahıslarda veya faydası, kendi zamanı ve mekânı ile sınırlı olan şekillerde bedenselleştirilmesidir.
Maalesef bu hastalık, selefin tarihine bakış konusunda bazı çağdaş selefi cemaatlerin düşüncelerine hâkim olmuştur. Yine bu hastalık, bazı İslâmî hareketlerin, kendi şekilleri ve liderleri konusunda, hem tarihlerinde hem de bugünkü hallerinde mevcuttur. En-Nefisi de bu durumu gözlemlemiş ve şöyle demiştir: "Bir inanç ve gaye olan din ile bir topluluk ve araç olan teşkilatın birbirinden ayrılması gerekiyor… Dinin eleştiri kabul etmesi mümkün değildir; ancak din ve teşkilat birbirine karıştırıldığı için, teşkilat da eleştiri kabul etmez bir hale dönüşüyor… Onun için teşkilatın öz eleştiriye teşvik edilmesi ve artık çağımızda bütün sistemlerin, cemaatlerin ve grupların kabul ettiği bu doğal hakkın (eleştiri hakkının) kapısının herkese açılması gerekir." [2]
İkincisi: Gizlemek ve Açığa Vurmak
İslâmî hareketlerin karşılaştığı temel problemlerden bir diğeri de, çalışmalarda esas alınacak gizlemek ve açığa vurmak meselesi ile bunların sınırlarının ne olacağı hususudur. Bu konudaki yaygın görüş, Şehid Hasan el-Bennâ'nın dile getirdiği şu kuraldır: "Davette açıklık, harekette gizlilik."
Bu bakış açısına göre davetin mutlaka aleni ve açık olması gerekiyor… Ümmetin kalbindeki İslâmî fıtratı harekete geçirecek, Allah'a giden yolu insanlara en güzel şekilde açıklayacak ve inatçı düşmana delil olacak apaçık bir tebliğ şeklinde… Hareketin ise mutlaka gizli olması gerekir… Davetin geleceğini güvence altına almak, bu uğurda çalışanların gayretlerini yoğunlaştırmak ve zalimlerin tuzaklarından korunmak için…
Ancak bu dengeyi sağlamak asla kolay bir iş değildir. Çünkü İslâmî hareketler içinde çalışanların bazıları, kendine özgülüğünü korumaya olan düşkünlükleri ve elde edilen sermayeyi güvence altına almak istemeleri nedeniyle, ifrat derecesinde kendilerini gizleme yoluna meylederler. Diğer bazıları da genişlemek ve kazanımlar elde etmek için, hesapsız bir aleniliğe ve açıklığa meylederler. Çoğu zaman birinci grubun varacağı nokta donukluk, ikinci grubun varacağı nokta da başıboşluk olur.
Aslında normal şartlarda İslâmi çalışmanın kendini gizlemesine ihtiyaç yoktur. Çünkü o, herkes için, yaygınlaşması en hayırlı olan mesajdır ve onun hakkında bilgi sahibi olmak ve bunun meyvelerini toplamak herkesin hakkıdır. Diğer taraftan gizli çalışma, daveti, bir nevi "suça" dönüştürüyor ve bu işi yürütenlerde korku ve endişeyi derinleştiriyor.
Ancak günümüzde Müslüman ülkelerdeki baskı ve diktatörlük şartları ve bu ülkelere hükmeden yöneticilerin kanun, din ve ahlâk tanımayan keyfilikleri, ifrat ve tefrite sapmadan, belli bir ihtiyat içinde hareket etmeyi zorunlu kılıyor. Yani istisnaî şartlarda, istisnaî metotlarla hareket etmeyi dayatıyor.
Bu konudaki doğru görüş -Allah en iyisini bilir- gizlilik ve alenîlik alanlarını kesin bir şekilde ayırmaktır. Gizlilik, çekirdek liderlik kadrosuyla ve özel görevler üstlenen az sayıdaki birimlerle sınırlı olmalıdır. Bunun dışında hareketin genel yapısı, mümkün olduğunca en fazla insanı içine alacak şekilde geniş bırakılmalıdır. Hatta bu insanların içinde, İslâmî hareket ile dostlukları yetersiz olan veya İslâmî hareket ile dönemsel hedefler için bir araya gelmiş kimseler de olabilir.
Bu metot İslâmî hareketler için çok büyük anlamlar ifade ediyor ve bugün onlara çok fazla ihtiyaç vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Hareketin topluma açılması yoluyla, kazanımlar elde etme işinin kolaylaşması ve toplumun da onun mesajının ve hedeflerinin içeriğini idrak etmesi. Bütün bunlar, kendisini kapalılığa ve (gizli olmanın getirdiği) korkuya hapsetmiş olan bir hareketin asla gerçekleştiremeyeceği sonuçlardır.
2- İslâmi hareket ile diğerleri arasındaki düşmanlık engelini kırmak. Abdulvahhab el-Efendi, Sudan İslâmi Hareketi ile ilgili yaptığı çalışmada şu hususa işaret ediyor: "İslâmî harekete düşman olanların düşmanlıkları, İslâmî hareketi çok büyük alarak değil, aksine küçük olarak bilmelerinden kaynaklanıyor." [3] Bu tespit, çokları farkında olmasa da, bütün İslâmî hareketler için doğru olan bir gerçektir.
3- Hareketin ciddi bir şekilde siyasî mücadeleye katılmasına imkân sağlar. Büyük bir insan kitlesine sahip olmadıkça ciddi bir şekilde siyasî mücadelenin içinde yer almak mümkün değildir. Topluma açılmadıkça ve toplumla ilişki içinde olmadıkça da, bu kitleyi elde etmek söz konusu olmaz.
4- Çalışmalarını büyük ölçüde açıktan yapması sayesinde hareketin sırları güvence altına alınmış olur. Çünkü açıktan yaptığı çalışmalar, bu hareketleri gözetim altında tutan dikta yönetimlerinin enerjilerini tüketir ve onların bakışlarını gerçek sırlardan uzaklaştırır.
İslâmcılar arasında yaygın olan "davette açıklık, harekette gizlilik" şeklindeki yaygın kuralı da, mutlak bir kural şeklinde anlamamak gerekir. Şöyle ki:
Davetin, hiçbir istisnası olmadan, mutlak bir şekilde açık ve alenî olması mümkün değildir. Çünkü hareket bazen, hedef kitlesini oluşturan bazı kimselerle, özel bağlantılar kurmak durumunda kalabiliyor. Bunun sebebi ise, özel konumlarından dolayı o kimselere açıktan hitap etmenin mümkün olmamasıdır. Aynı şekilde hareketin temel stratejisinin, açıklanması uygun olmayacak hususları da mutlaka içermesi gerekir. Diktatörlüklerin zulümlerinden korunmayı ve onlara galip gelmeyi sağlayacak özel güçlerin yapılandırılmasıyla bağlantılı meseleler gibi.
Hareketin mutlak bir şekilde gizli olması da arzulanacak bir şey değildir. Çünkü hareket, toplumda kendisinin ve varlığının sembolleri olacak liderleri ortaya çıkarmaya ihtiyaç duyar. Aynı şekilde kendisinin sözcüsü olacak davetçileri ve özgürlük hakkındaki, sosyal adalet hakkındaki görüşlerini ifade edecek tartışmacıları da ortaya çıkarması gerekir. Bu kişileri birbirine ve teşkilata bağlayan örgütsel bağları gizlemek ise zordur. Çünkü bu kişilerin yaptıkları çalışmalar tanınmayı, karşı çıkılmayı, sürekli koordine içinde olmayı ve bir araya gelmeyi gerektirir. Bundan daha zor olanı ise, bunların kimliklerini gizlemektir.
Eğer hareketin sırları bu kişilerden ayrı tutulursa, o zaman bu kişiler -hareketin hayatî önemdeki sırları tehlikeye girmeksizin- sahip oldukları ilkeleri ve düşünceleri çok açık bir dille ifade edip yayabilirler ve siyasî-toplumsal planlarına göre hareket edebilirler.
Böylece İslâmî hareketlerin, kelimenin tam anlamıyla gizli hareketler olmadıkları açıklığa kavuşmuş oluyor. Zaten böyle olmalarında bir zaruret ve menfaat de yoktur. Bütün mesele sadece güvenceye almaları gereken sırlarının olmasıdır. Söz konusu bu sırlar, kişiler, programlar, planlar ve özel komisyonlar şeklinde olabilir.
İstenilen durum, hareketin güvenceye alacağı sırlarının sınırlı olması, buna karşılık hareketin, toplumun tamamını veya tamamına yakın bir bölümünü kazanmasıdır. Sırlar ne kadar sınırlı olursa ve alenî çalışma alanlarından ne kadar uzak tutulursa, o ölçüde güvence altına alınıp korunmuş olurlar. Hareket toplumda ne kadar yayılır ve sayı yönünden ne kadar gelişirse, söz konusu sırlar da, okyanustaki büyük inci misali, o ölçüde gizli kalmış olurlar.
Gerçi hareketin sırlarının, alenî çalışmadan ayrı tutulması, liderliğin çift başlı olacağı anlamına gelmiyor. Yani özel bir organın, genel çalışma stratejisi ile bağlı olmadan, yine yürütme ve şûra yönetimlerinin denetiminden uzak bir şekilde, istedikleri gibi davranarak hareketi maceralara ve felaketlere sürükleyebilecekleri anlamına gelmiyor.
Merhum Abdurrahman eş-Sündi'nin ve şehit Mervan Hadid'in Mısır ve Suriye'deki iki İslâmî hareketi, şartları henüz olgunlaşmadan bazı maceralara sürükledikleri konusundaki tartışma bugün hâlâ sürüyor. Bu iki isim, şer'î (meşrû) liderlikten bağımsızlaşmış ve ölçüsüz bir şekilde hareket etmeye koyulmuşlardı.
İslâmî hareketlerden istenen şey, hem görev, hem de şahıslar yönünden gizlilik ve açıklık alanlarının ölçülerini belirlemek ve bu iki alan arasındaki özel iletişim kanallarını açık tutmaktır. Böylece yönelişteki koordinasyon ve uyum güvence altına alınmış, çalışmalarda ihtiyat elden bırakılmamış, liderlik ve kararlardaki birlik ve bütünlük sağlanmış olur.
İslâmî hareketler ile toplum arasındaki perdeyi kaldıracak ve şüphe ve korku engelini kıracak olan faktör, gizlilik ve açıklık sınırlarını belirleyecek olan bu ölçülerdir. Çünkü hareketi, toplumda güçlendirip sağlamlaştıracak olan, hareketin stratejik güvenliğidir. Bu şekilde hareketin kökünden kazınıp yok edilmesi veya kuşatılması imkânsız hale gelir. Yoksa hareketin alacağı teknik güvenlik tedbirleri, -önemli olmakla beraber- sadece taktiksel bir güvenceden ibarettir.
Bununla birlikte -maalesef- İslâmî hareketlerin çoğunda gizlilik ve alenilik alanları birbirine karışmış ve sonuçta ne gizli olan gizli olarak, ne de aleni olan aleni olarak kalmıştır. Şehid Hasan el-Bennâ gazetelerde yazdığı yazılarda, "özel sistemin" komutanlarından bazı askerleri övüyor –Üstad Salah Şâdi gibi- ve onlar da –yine Salah Şâdi gibi- bu övgülere aynı şekilde açıktan karşılık veriyorlardı. [4] Sanki Kral Faruk'un devletinde değil de, Halife Ömer el-Faruk'un (Hz. Ömer'in) devletinde yaşıyorlardı. Üstelik bütün bunlar İhvan-ı Müslimîn'in gizli ders halkalarında, davet fıkhını ve şer'i ilimleri okudukları bir zamanda gerçekleşiyordu. Acaba bütün bu tecrübe ve deneyimleri çok dikkatli ve basiretli bir şekilde gözden geçirip incelecek miyiz? Yoksa geçmişteki görüşlerin ve söylemlerin esiri olmaya devam mı edeceğiz?