Araplar ve İran’la Savaştan Kaçınm

Araplar ve İran’la Savaştan Kaçınm

Gün geçmiyor ki gazetelerle işitsel ve görsel medya organları Amerika'nın İran'ın nükleer programıyla ilgili resmi demeçlerini yayınlamasın. Hatta geçen hafta nükleer konusunun ötesinde İran'a ilişkin suçlamaların olduğu görülüyor. Bu demeçlerden biri de ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın, Dışişleri Komisyonunun ABD temsilciler meclisinde "vibriyon" adıyla düzenlediği oturumda yaptığı açıklamalardır. Rice bu açıklamalarında İran'a, nükleer programı yanında, Irak, Lübnan ve Filistin'e yönelik siyasetine hatta bizzat rejimine ilişkin suçlamalarda bulunuyor.

ABD Başkanı Bush bu suçlama kampanyasını İran'ın nükleer bomba elde etmesine izin verdiği takdirde dünyayı bir "üçüncü savaşı" tehdidiyle taçlandırdı. Bu arada şunu da söyleyelim bazı stratejistlere göre İran'ın nükleer silahlara sahip olması bizzat İran için bir ayak bağı olup savaş esnasında bu ülkeyi çok kırılgan bir konuma sokmaktadır. Çünkü karşılıklı caydırıcılık yasaları, nükleer bomba kullanan ya da kullanmakla tehdit her aklıevvel karşısında, kendisinden on kat daha fazla bu silaha sahip ülkeler bulacaktır. Bu ülkeler belki de kendilerine ulaşmadan önce bombayı etkisiz hale getirebilecek güce sahiptirler.

Bu son görüşü savunanlardan biri de Irak'ın da içerisinde yer aldığı Orta Bölge Kuvvetler komutanlığından emekli olan General Abu Zeid'tir. ABD'li komutan Abu Zeid'e göre İran'ın nükleer bomba elde etmesinin çok fazla önemsenmesi gereksiz. Çünkü Amerika bu bombayı etkisiz hale getirebilecek güçtedir. Bu bombayı yönetmek, olmayan bombayı yönetmekten daha kolay.

Ancak bu gerçeğe rağmen ve ABD Başkanlık seçimleri için Demokrat Parti'den aday olmak için yarışan Dennis Cosinich'in, "İran'ın nükleer silah emelleri bir üçüncü dünya savaşına neden olacaktır" diye düşünen George W. Bush'un fiili sağlığından kuşkulandığını söylemesine, Amerikan siyasetinin başka konularla uğraşmasına rağmen İran'a karşı yoğunlaştırılan kışkırtma politikası savaştan önce Irak'a karşı uygulanan kışkırtma politikası düzeyine ulaşmıştır.

İş öyle bir noktaya getirildi ki Amerikan Yönetimi Resmi sözcüsü Nükleer bir İran'ın ABD için oluşturduğu tehlikeyi azımsayanlara bir cevap olarak "İran'ın Irak'ta yaptıkları Amerika açısından nükleer programdan daha tehlikelidir" değerlendirmesinde bulundu.

Özetle Amerikan Yönetiminin yönelttiği suçlamalara, İran'a yönelik yaptırımları sertleştirmeye çağırmasına, Avrupalıları bu yaptırımlara katılmayı sağlama çabalarına, Rusya ve Çin'i Güvenlik Konseyi aracılığıyla ilave yaptırımlar uygulamayı kabul etmesi karşılığında sunulan anlaşmalar önerisine ve pazarlıklara bakılırsa savaşın gündemin ilk sıralarına oturduğu görülüyor. Bütün bu suçlamalar bir taraftan savaşın gerekçesini oluştururken öteki taraftan Avrupa, Rusya, Çin ve Arapların savaşın çıkmasının önüne geçme bahanesiyle İran'a yönelik baskılarını artırmak amacını taşıyor. Öyleyse biz sadece İran'ın tehdit edilmesi ya da şantaj edilmesi olayıyla karşı karşıya değiliz aynı zamanda İran'ın karşısında yer alması, İran aleyhindeki Amerika'nın suçlamalarını direk ya da dolaylı destekleyen tutum ve kararların çıkarılması için dünyaya karşı bir şantajla da karşı karşıyayız. Amaç İran'ın, Uluslararası atom enerjisi ajansı anlaşmalarının izin verdiği barışçıl amaçlarla da olsa uranyum zenginleştirme faaliyetini askıya almasını ve vazgeçirmesini sağlamak. Bu bile Amerika'yı rahatsız ediyor ve buna bile razı olmuyor. Çünkü Amerika'nın hedefi programın komple iptal edilmesi ve başka amaçlar.

Yukarıda anlatılanlar gerçekleşirse yani Bush Yönetimi İran'a karşı bir savaşa, "düşmanlığa" yönelirse, Bush yönetiminin önceliği "başlamadan önce veya başlama esnasında hiçbir öncelik kesinlikle savaş önceliğinin üstüne çıkamaz."biçimine dönüşürse o zaman herhangi bir yerdeki ya da konudaki Amerikan politikaları bu "önceliğin" hizmetine girer. Olmert'in istifa etmesini birkaç aylık ta olsa önlemek için yapılan baskılar da bu amaç çerçevesindedir. "Uluslararası Ortadoğu Barış Konferansı" denen organizasyondan beklenen hedef te budur. Türkiye'nin İran'a karşı savaşa katılmasını sağlamak en azından muhalefetini kırmak için Ermeni soykırım tasarısının yeniden gündeme getirilmesi, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) sınırda saldırılarını tırmandırması da bu amaca yöneliktir.

Olayları İsrail projesi tartısıyla tartmayan herkes Bush ve Olmert hükümetlerinin başlatmaya çalıştığı savaş, ikinci dünya savaşından sonra çıkan savaşlar arasında, coğrafyası ve olası gelişmeler nedeniyle en tehlikelisi olmasa bile en tehlikeli savaşlardan biri olduğunu kabul edecektir.

Amerika'nın ve Siyonist Oluşumun İran'a barışçıl amaçlar çerçevesinde uranyum zenginleştirme hakkına karşın haksız baskılarını bir kenara koyarsak, bu savaşın Bush yönetimi döneminde Afganistan'dan başlayarak, Irak, Lübnan ve Somali'ye kadar Araplara ve Müslümanlara karşı başlattığı savaşlardan biri olarak ve iç sorunları kaşıyarak Ortadoğu'da mezhep, etnik, ırk ve bölgesel bazda devletçikler oluşturarak zaten parçalanmış olan yapıyı daha da parçalamak amacı taşıdığını kabul edersek, tüm bunlar bir yana İran'ın bir İslam ülkesi ve Körfezi ülkeleriyle genel olarak Arap ve İslam Dünyasının bir komşusu ve dostu olduğunu göz ardı etsek bile sadece olaya Araplara ve Müslümanlara vereceği zararlar açısından baksak, herkesin yalnızca savaşa karşı sözle değil aynı zamanda Amerika'nın başta Filistin davasını tasfiye etme ve Filistin'in bölünmesini derinleştirme tehlikesi taşıyan Uluslararası Barış Konferansı olmak üzere savaşa hazırlık amacı taşıyan tüm Amerikan politikalarına şiddetle karşı çıkmamız gerektiğini göreceğiz. Arap, Müslüman ve dünya kamuoyuna karşı Amerika kendisini yalnız bırakılmış hissederse savaş olmayacaktır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi