Birileri bunlara 'Ergenekon'u hatırlatmalı!
Hadi bugün de, bize ‘sosyologmuş gibi’ yapan kıymetli bilim adamına sardıralım ve hoşça vakit geçirelim.
Nerede konuşmuştu, tam hatırlamıyorum; ‘Kavuklu-Pişekar’ ihtiyacına cevap veren televizyon programında olabilir mi?
Olabilir.
Belki de yazmıştı, tam emin değilim.
Diyordu ki, ‘İrtica demokrasiyi kullanıyor. çağdaş kurumlar buna izin vermemeli.’
Ruhat Mengi aklıyla yapılmış bu analize ne bir karşılık verilebilir, bilmiyorum.
Bunun bir karşılığı yok.
Benim dikkatimi, hususen, ‘çağdaş kurumlar’ nitelemesi çekti.
Eh, bundan ne murat edildiği de apaçık ortada. Müneccim olmaya gerek yok.
Diyeceksiniz ki, ‘Herkes bir şey söylüyor. Ciddiye almak mı gerekir.’
Ben alırım.
Hem ‘kanaat önderi’ sıfatı taşıyacaksınız, hem ‘bilim adamı’ kimliğinizle çıkıp abuk-sabuk yorumlar yapacaksınız, hem de hin-i hacette saklı tutulan ‘güç merkezi’ne ‘müdahale yetkisi’ni hatırlatacaksınız; sanki müdahale yetkisi ve hakkı varmış gibi...
Neden ciddiye almayayım?
Hem ciddiye alırım, hem de Allah ne verdiyse yüklenirim.
Ne oluyormuş, biliyor musunuz?
Teokratik bir devlet kurmayı amaçlayan irticai unsurlar ‘demokrasinin sağladığı imkanları’ kullanıyormuş ve ‘türbana özgürlük’ diyerek yavaş yavaş bu hedeflerine doğru ilerliyormuş.
Adı darbe cuntalarıyla anılan ve ‘Ergenekon operasyonu’ çerçevesinde niçin sorgulanmadığına anlam veremediğimiz bir mütekait general de buna benzer laflar ediyordu: ‘Bölücü ve teokratik unsurlar demokrasinin imkanlarından yararlanıyor.’
Burada altını çizmemiz gereken nokta, demokrasinin bir ‘imkanlar rejimi’ olduğu saptaması.
Ki, son derece önemli bir saptama...
Fakat, zikredilen iki konuşmacı da (bilim adamı ve mütekait general), bu imkanların kimlerce, nasıl (kötüye) kullanıldığını açıklamaya yanaşmıyor.
Nedir irtica?
Kimdir mürteci?
Demokrasinin imkanlarından yararlanıp ülkeyi bölmeye çalışan unsurlar hangileridir?
Elbette ‘irtica’ (manifestosu ve adamakıllı söylemi olan bir ideolojiyse), görülebilir bir ‘tehlike’yi barındırıyor.
Fakat asıl sorun, bence, tehlike olarak gösterilen muhayyel ideolojinin demokrasinin sağladığı imkanları kullanıp ‘yerleşik müdahaleci izm’in altını boşaltması, daha doğrusu ‘demokratik mekanizmalara’ işlerlik kazandırması...
Sosyologlar bunu, ‘çevre’, ‘merkez’ ve ‘siyasal katılım’ kavramlarıyla açıklıyor.
Teferruata girmeyeceğim.
Bu yoğun ‘psikolojik’ ortamda sosyolojik bir değerlendirmeye yer olmadığı düşüncesindeyim.
Ama şu kadarını söyleyebilirim:
Türkiye’de, evhamlarımızı ayaklandıracak, uykularımızı kaçıracak, özellikle de Oktay Ekşi ve Ruhat Mengi gibileri üzecek bir irtica ve teokrasi tehlikesi yok.
Hiç olmadı...
Tarihle azıcık ünsiyeti olanlar bilir: Osmanlı monarşisinin en katı, en hükümran dönemlerinde bile böyle bir tehlike yaşanmadı.
Bize ‘sosyologmuş gibi’ yapan arkadaş, haklı olarak, ‘kıyafetlerine bakın, niyetlerini anlayın’ diyebilir.
Bunu sıklıkla söylüyor de zaten.
Oysa kıyafet, renk, dil, tutum, inanış biçimi insanları yargılama hakkı verir mi bize?
Uygar, çağdaş, demokratik bir tavır mıdır bu?
İsterdim ki, ‘uzak tehlike’ ihtimalinden ürken ve ‘çağdaş kurumlara’ müdahale yetkisini hatırlatan bu arkadaşlarımız, demokratik normale yönelik ‘yakın’ ve ‘güncel’ tehlike karşısında da bir çift kelam etsinler.
Hiç mi ‘Ergenekon’ diye bir şey duymadılar?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.