Obama’nın altı ayı ve İran
Amerika'daki tanınmış think tank kurumlarından Rand'ın yayınlamış olduğu son İran raporunda ilginç bir itiraf var. Bu itiraf, 30 yıldan beri İran ile ABD ilişkilerinde kopukluk olduğundan dolayı ABD'de yeterli sayıda İran uzmanının kalmaması ve bulunmamasıdır. Bulunanlar da seküler dahi olsalar Fuad Acemi veya Veli Nasr gibi İran asıllılar ve dolayısıyla bir şekilde İran'la bağlantılılar. Hilal TV'de bir araya geldiğimiz ender münasebetlerden birinde Hakkı Uygur da aynısını İran-Türkiye ilişkileri için söyledi. Bunu daha da genişletebiliriz. Bundan dolayı İran olayları konusunda pek objektif yazılar okuyamıyoruz. Böyle de olunca dörtbaşı mamur analizler yerine masabaşı ezberleri veya yetersiz ve eksik yorumları okuyoruz. Ve Obama, İran seçimlerinden sonra meydana gelen gelişmeleri de bulanık bir biçimde okudu. Musavi ile Nejad'ı aynı kefeye koydu ve ikisinin de devrimin çocukları olduğunu söyledi. Halbuki, Washington'dan öyle gözükse de mesele Tahran'dan öyle gözükmüyor. Obama bu nispi farkı göremedi. Ve halen de Obama'nın İran karşısında stratejik bir vizyonu olmadığı gibi kapsamlı bir stratejisi de yok. Elbette oluşturmak da kolay değil. Olayların kırkıncı gününde aklı başına gelen Hillary neden sonra İran'daki tutukluların salıverilmesini istedi. Bunu söylerken; aslında belki de hem yanlış hem de geç kalmış ve hem de samimiyeti kalmayan bir açıklama yapmıştır.
Bugünlerde Obama'nın altı ayı değerlendiriliyor. Bilindiği gibi, Obama hem Arap cephesinde hem de İran cephesinde açılımlar yapmak istiyordu. Lakin önüne beklenmedik engeller çıktı. Süreç altüst oldu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu engellerin başında İsrail'in aşırı sağcı hükümeti var. Mitchell ve diğer Amerikalı yetkililer İsrail'i ziyaret ettiklerinde hükümetin Dışişleri Bakanı Lieberman ile bir araya gelmemeye özen gösteriyorlar. Dahası, Sarkozy, Netenyahu'ya onu görevden almasını tavsiye etmişti. Dolayısıyla Obama'nın açılım siyasetinin Arap-İsrail cephesi çökmüş durumda ve sadece Suriye mevziinde tutunmaya çalışıyor. Onun da akıbeti belli değil.
Gelelim İran'a. Obama, İran'la ilgili beklentilerini Nejad üzerine kurmuş ve ikinci döneminde uzattıkları ele bir cevap alabileceklerini ummuştu. Lakin Nejad kartı kendi kendine yandı. Kart kendi kendini berheva etmiştir. Bundan böyle ikinci dönemde hükümet etse bile hükümeti bir nevi çolak hale gelmiştir. Onun ötesinde dışarıda da meşruiyeti tartışılacaktır. Zira Obama ve Brzezinski, son krize kadar İran rejiminin içinde bir nevi demokrasi barındırdığını savunuyordu. Meşruiyeti tartışılan bir hükümet ile ABD'nin açılım yapması zor zira açılıma muhalif içerideki kesimlerin sesi yükselecek ve etkisi artacaktır. Gerçekten de Obama'nın planı her coğrafyada sürçüyor. Sözgelimi Güney Kore ile müzakere yapmak isterken Güney Kore atom bombasını patlattı bile. İran'a açılım düşünürken elde ne reformcu kaldı ne de bunu gerçekleştirebilecek Nejad. Bu durumda açılım yerine Gates'in Eylül ayıyla sınırladığı yeni politikalar vizyona girecektir. Bunlardan birisi, İran'a yönelik müeyyide ve ambargoların artırılması ikincisi de, İsrail'in İran karşısındaki elini serbest bırakmak. Rand ise raporunda İran'a darbe yerine kritik diyaloğun devamını öneriyor. Bu bağlamda, hem baskının hem de diyaloğun bir şekilde devamını istiyor. Belki de ABD'nin İran karşısında açıktan karar alamamasının nedeni grift ilişkiler. Bir tarafta nükleer program var diğer tarafta da Irak'ta işbirliği ortamı. ABD, Irak'tan vazgeçip İran'la çatışmacı bir politikayı göze alamıyor. Hala da öyle.
Bununla birlikte İsrail'in gündemi başka. İsrail her fırsatta İran'ın vurulmasını istiyor. Özellikle nükleer tesislerinin vurulmasından yana. ABD'de de bu hususta iki kanat var. Diyalogcular ve vurma taraftarları. Hala Obama ve dışarıdan stratejik olarak Obama'nın vizyonunu destekleyen Brzezinski gibi isimler teenni ile hareket edilmesini ve İran'la gereksiz bir kapışmanın içine girilmesini istemiyorlar. Buna mukabil, Amerikan idaresi içinde ve dışında ve özellikle Neocon takımı İran'ın bir an evvel vurulmasını istiyor. Bu bağlamda Suriye ve İran'ın eski belalısı John Bolton, Washington Post gazetesine Temmuz (2009) başlarında yazmış olduğu bir yazıda İsrail'in İran'ı vurması için zamanın gelip çattığını ve İsrail'in bu kararı alması ve tek taraflı da olsa uygulaması gerektiğini yazdı. Ona göre ister ABD birlikte isterse de onsuz olsun. İsrail gerekirse tek başına bu kararı vermeli ve arkasını da getirmeli.
John Biden da bir soru üzerine İsrail'in bağımsız ve hür bir ülke olduğunu ve dilerse İran'ı veya başka ülkeleri vurabileceğini ve bunun kendilerini bağlamadığını söylemiştir. Kimilerince bu Biden ve Amerikan idaresinden yeşil ışık yakma olarak değerlendirilmiştir. Lakin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ian Kelly Amerikan idaresinin İsrail darbesi için yeşil ışık yaktığı yönündeki yorumları reddetmiş ve bir kez daha meselelerin diyalogla çözülmesi taraftarı olduklarını yinelemiş ve bu yöndeki politikalarının da değişmediğini söylemiştir. Burada John Bolton ile John Biden'ın görüşleri arasında bir paralellik olsa bile derin bir analizle aslında bazı farklar bulunduğu da anlaşılıyor. Lakin John Biden'ın Irak'ın parçalanması siyaseti ağır basarsa bu takdirde ABD'nin İsrail'in İran karşısında elini serbest bırakması ihtimali de artar. Velhasıl şark ve garpta kafalar karışık ve bütün cepheler darmadağınık. Kafa karıklığının sonuçlarından birisi de, İsrail'in bekası ile İran arasında bağ kuran Dennis Ross'un dışişlerinden Beyaz Saray'a kaydırılmasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.