Madem öyle, assaydın!
Sayın Devlet Bahçeli... Sayın beyefendi... Sayın büyüğüm... Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, tahsisli, onaylı, icazetli hükümetlerden istenen, sorun çözmesi ve “devlet-vatandaş” ilişkilerindeki olası ihtilafları gidermesi değil, bilakis siyasi merkezin tasarruflarına sahip çıkması, vatandaşa karşı “dokunulmaz devlet”in konumunu güçlendirmesidir.
Hep böyle oldu.
İlk kez bu teamülü değiştirecek bir durumla karşı karşıyayız.
Muhalifiniz, muarızınız, siyasi düşmanınız da olsa, ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, “tahsis siyaseti”nin dışına çıktı, Kürt sorunu, Türk sorunu, terör sorunu, Güneydoğu Anadolu sorunu, adına ne diyecekseniz artık, bir sorunun çözümü konusunda elini taşın altına koydu. Risk aldı.
Hadi daha açık konuşalım:
Bu Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, kendisini devletin ve siyasi merkezin değil, “çevre”nin taleplerine göre konuşlandırdığı için bu riski aldı.
İyi de yaptı.
Milliyetçi, halkçı, muhafazakâr umdeleri içselleştirmiş partinize de, bir dönem “çevre hareketi” nazarıyla bakılıyordu. Bu nedenle, MHP ıslah edilip devşirilmeli, siyasi merkezin taleplerine cevap verir bir hüviyete büründürülmeliydi.
Hatırlatmaya gerek var mı?
28 Şubat uygulamalarından sıtkı sıyrılmış halk, “Ürkek değil, erkek siyaset” sloganlarını çığırdığınız için, 99 seçimlerinde partinizi ikinci sıraya taşıdı, koalisyon ortağı yaptı. Demirel’in patronajında yürütülen uzun ikna çalışmalarından sonra, bazı rezervlerle, hükümet protokolüne lütfen imza koymanız sağlandı.
Siyasi elit ruh gibi tırsıyordu partinizden. Kendisine “yakın” ve “bende” bulmuyordu.
RP-FP siyaset çizgisinden umudunu kesmiş “muhafazakâr tepki oyları”nın MHP’ye akmasını bir türlü sindiremiyordu.
Bu sorun aşılmalıydı.
Hatırlayacaksınız, Radikal gazetesi, seçimi kazandığınızın ertesi günü, “Yağmurdan kaçarken...” başlığıyla çıkmıştı. Cumhuriyet gazetesi ise, MHP listesinden Meclis’e giren milletvekillerinin suç dökümünü yapmıştı, “Partide şu kadar katil, bu kadar uyuşturucu kaçakçısı var “ diye...
Hesap şuydu:
MHP, “medya blöfü”yle önce bir “meşruiyet krizi”ne sokulacak, sonra siyasî merkezin tasarruflarına “evet” demesi koşuluyla bu krizi atlatması sağlanacaktı.
Muhafazakâr tepki oylarıyla iktidar şansı yakalayan partiniz, iktidarının ilk aylarında, ne yazık ki, ANASOL-D’nin akim bıraktığı “irticayla mücadele yasaları”nı aldı programına.
Türkiye’deki resmî sol siyaset çizgisiyle, 19. yüzyıl pozitivizminde anlamını bulan teokratik jakobenizmi bütünleştirmeyi amaçlayan “28 Şubat ideolojisi”, varlığını devr-i iktidarınızda daha da pekiştirdi.
Neyse...
Şimdi önümüzde çözüm bekleyen devasa bir “Kürt sorunu” var ve siz siyasi merkezin sufle ettiği “çözümsüzlük” politikalarını seslendirmekten öte bir şey söylemiyorsunuz.
Bu, AK Parti’nin özel sorunu değil.
Memleketin sorunu. Sizin sorununuz. Bizim sorunumuz. Herkesin sorunu.
Her ağzınızı açışta, “İmralı’daki bölücü başı” diyorsunuz.
Madem öyle, assaydınız beyefendi... Elinizde güç, imkân ve Meclis kararı vardı. İdam cezası da henüz yürürlüğünü koruyordu.
Neden asmadınız?
Kusura bakmayın ama, içinde “İmralı” geçen hiçbir cümlenizin inandırıcılığı yok.
Bir hükmü de yok.
Madem bu ülke meselesinin çözümü konusunda yapıcı bir tavır sergilemeyeceksiniz, bari susmayı deneyin.
Bu da bir tür “katkı”dır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.