"Potomyalı Tayyip, Damat Ferid"
Dikkat: Edebiyat yazısı!
"Gözyaşları sicim gibi akıyordu. Fırını geçip köşeyi dönünce çarşı görünmeyecekti artık. Maziye gömülecekti. Orada durdu, fırını dallarının gölgesine alan çınar ağacına sarıldı. Bir iki kere öptü. Tahir dükkânın önünde duruyordu, karşılıklı el salladılar.
Ve Nişan Usta gitti."
Süleymaniye civarında vaktiyle bir Mücellit Nişan Usta var mıydı, yok muydu? Olması gerekmez fakat fiilen ve tarihen olmaması, olmadığı anlamına da gelmez; nitekim yukardaki paragrafta adı geçen Nişan Usta, Mustafa Kutlu'nun, "Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı" ismiyle yayınlanan (Dergâh Yayınları) son hikâyesinde adı geçenlerden bir karakter. Büyük hikâye içinde Nişan Usta'nın küçük hikâyesi kısaca şöyle: Henüz 12-13 yaşlarını süren Tahir Sami'yi babası, yıllardan beri yapmakta olduğu kömürcülük işine bulaştırmak istemez, "Ciltçilik bildiğin memuriyet, ince iş, kiri pasağı yok" diye Eğinli hemşehrisi Ermeni Nişan Usta'nın Süleymaniye'deki mücellit dükkânına çırak verir. Dükkân üstündeki asma tavanda yatıp kalkması kararlaştırılan Tahir, ilk aylarda çok zor gelse de zamanla bu leylî-nehârî zoraki çıraklığa alışır, sever, benimser. Matbaacılık ve karton kapak âdeti mücellidliğin kanına ekmek doğramaya başlayınca Ermeni Nişan Usta, artık işi iyice kavrayan Tahir'i komşu Terzi Sami'nin kızı Feride ile başgöz eder. Evlatlarının çoktan beri göçmüş olduğu Fransa'ya gelmesi için yapılan ısrarlara uzun müddet dayanan Nişan, biraz da emeklilik deminin geldiği inancıyla inadından vazgeçer. Fransa'ya dönerken Vakıflar idaresine gidip dükkânını, birkaç şahsî hâtırası hariç bütün demirbaşıyla Tahir'e devretmeyi ihmâl etmez.
Hikâyenin bâkiyesini de şuracıkta özetlemek ne güzel olurdu, velâkin civanmerdliğe sığmaz. Bu hikâye çiçeği burnunda bir hikâye. Mustafa Kutlu'yu biliyorsunuz, her sene bir kitap yayınlıyor; bu sene, bir ay kadar tez davrandı. Yaz bunaltısında postadan o mûtad tatlı buğday sarısı zarfıyla çıkıp gelen kitap, bardağını ferahlığıyla domur domur terletmiş nâneli serin limonata veyâkim püfür püfür esen yaylalardan birinde koyu ağaç gölgeliğine kurulmuş kokulu kavunla beyaz peynir sofrası gibi göründü gözüme. Oturup bir hamlede bitirmeli mi, yoksa, "gıdim gıdim", şöyle resmen pintiliğe ramak kalacak derecede abartılmış bir tasarruf duygusuyla ağır ağır mı okunmalı diye tatlı bir iç muhasebesine fırsat kalmadan...
Hep öyle oluyor; Mustafa Kutlu, her sene mübârek Ramazan ayının tadına doyulmaz bayramı gibi şöyle bir sûret gösterip gözlerden nihân oluyor. Geçen perşembe günü, "hayırlı olsun" demek için Dergâh'a uğramıştım, "Üstâd, perhizini bozsan da şu kaymaklı ekmek kadayıfı câzibesindeki eserlerini şöyle altı ayda bir, en iyisi senede üç kere intizamlı aralıklarla kaleme alsan olmaz mı?" diye takılmadan edemedim...
Gelelim Nişan Usta'ya; Kutlu'nun Nişan Ustası'nı bilmem fakat benim de vaktiyle tanıdığım Nişan Ustalar oldu; ondan biliyorum ki hadise hakikattir, vardır, olmuştur; böyleleri yaşamıştır; hem de kaleme gelmez derecede...
Sebuh Usta meselâ; önceleri Sivas'ta sonra Beyoğlu'nda hakkıyla icra-yı sanat eylemiş bir terzi; kadın terzisi. 79'da Amerika'ya göçüyor. Beni Atlantik ötesinden ilk telefonla aradığında 70 küsur yaşında, civardaki bir konfeksiyon mağazasının tamir işleri için hâlâ makine başında çalışıp durduğunu anlatmıştı.
Bir şey daha yapmıştı. Büyük bestecilerimizden Suphi Ziya Bey'in Viyana'da ölen kızı Hümeyra için yaptığı "Titrer yüreğim her ne zaman yâdıma gelsen" isimli şarkıyı, o kusursuz İstanbul ağzıyla telefonda okumuştu da zihnim karmakarışık oluvermişti.
"Potomyalı Tayyip, Damat Ferid" nüktelerinin sahibi bilmem ki bu şarkıyı hiç duymuş mudur?