Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Akşemseddin’in Nurcuları

Akşemseddin’in Nurcuları

Bediüzzaman, İdris-i Bitlisi’nin günümüzde bir tezahürü ve izdüşümü

olmasının yanında Akşemseddin ile de arasında görünmez bağlar ve

geçitler vardır. Sözgelimi, Bediüzzaman tevafuklarla kendisinin nur

remziyle kuşatıldığını anlatır. Nurs ve Nurşin bu remizlerden birisidir.

Bundan dolayı da eserlerine Risale-i Nur demiştir. Geçmişte ben de

Akşemseddin’i okurken hep aklıma onun bu boyutu aklıma gelmiştir. Onun

da nurlarla ve nur ismiyle yakın alakası vardır. Yazmış olduğu sayılı

eserlerden birisinin adı Risale-i Nuriye olması asla bir tesadüf

değildir. Akşemsiddin’le alakalı olarak değişik zamanlarda tebliğler

sunan konunun uzmanları onun da sufiler için taifetü’n nur tabiri

kullandığını belirtirler. Yani Akşemseddin kendi zamanındaki sufiler

için Nurcular veya Nur taifesi adını kullanmıştır. Bu mühim bir

noktadır. Ayrıca bu, Akşemseddin Hazretlerinin nurlarla ve Allah’ın Nur

ismiyle alakasını ve bağlantısını gösterir. Bir yönüyle de Akşemseddin

döneminin Gazalisi’dir. Akbıyık Sultan’la birlikte fetihten sonra tekrar

manevi fethe dönmüş ve şaşaa merkezi haline gelen İstanbul’u bırakmış,

adeta kaçmış ve kendisini yeniden nisyana ve nadasa terk etmiştir. Bu

Gazali’nin medreseden ve Bağdat’tan kaçışına benzer. Gazali her türlü

şaşaa ve debdebeye arkasını dönerek zamanın başkentler başkenti olan

Bağdat’ı bırakır ve münzevi bir biçimde iç yolculuğuna veya sufilerin

tabiriyle seyrü sülüküne çıkar. Önce Şam’da bir zaman Emevi Camii’nin

haziresinde ikamet eder, ardından Kudüs’e gider ve daha sonra Haremeyn

iştiyakına kapılarak kutsal topraklara yüz sürer. Sonunda da sıla

hasreti kendisini çeker ve Tus’a ailesinin yanına geri döner.

Dolayısıyla Akşemseddin için Göynük Gazali için Tus olmuştur. Ali

Şeriati’nin sosyolojik olarak kullandığı bir deyim vardır. Öze dönüş.

İslâm milletlerinin kendi benliklerini bulmalarının ancak öze dönüşle

mümkün olacağını öngörür. Gazali’nin ve ardından Şems’le buluşmasından

sonra Mevlana’nın medreseden kaçışları ve içe dönüşleri aslında öze

dönüş ve öze kaçıştır. Lakin bu psikolojik anlamda bir öze dönüştür.

Dolayısıyla, öze dönerek insanın kendisini keşfetmesi ve kendisini

bulması ve afakta yabancılaşmaktan kurtulmasıdır. Seyrü afakiden sonra

seyrü enfüsi dairesinde seyrü sülük yapması yani iç yolculuğa

çıkmasıdır.
¥¥¥
Büyükler aynı atvardan yani aşamalardan geçmişlerdir. Gazali’nin

ölümüyle Akşemseddin’in ölüm anı ve sahnesi aynıdır. Tam bir sahv yani

uyanıklık hali ve tam bir Allah’a teslimiyet anıdır. Onlar için ölüm

düğün bayramdır. Sanki onların ölümü Allah’ın nefs-i mutmainneye

hitabının tezahür ettiği haldir. İhtiyari buluşmadır. Gazali nispeten

daha genç yaşta vefat etmiştir. Akşemseddin ise 70’ine merdiven dayamış

bir vaziyette vefat etmiş ve dünyaya bağlılığını evladu iyalinin yetim

ve perişan bırakmama arzusuna bağlamıştır. Eşinin bu yönde tarizde

bulunması üzerine naz makamının bir tezahürü olarak eşini dostunu

çağırmış ve onlarla vedalaşmış ve son yolculuğa dostlarının arasında

çıkmıştır.
¥¥¥
Ahirzaman diliminde kimileri hak üzerinde sebat eden topluluğa taife-i

mansura yani muzaffer bölük demiş kimisi de bunlara hak üzerine kaim

olanlar topluluğu demiştir. Bediüzzaman da ‘La tezalu taifetün min

ümmeti’ hadisinin masadaklarından birisinin Nurcular olduğunu

söylemiştir. Bu topluluk veya müjde de müceddit hadisinde olduğu gibi

hasr yani tekel ifade etmez. Çokluk ifade eder. Birçok benzeri topluluğu

da içinde barındırabilir. Lakin bunun numune ve tezahürlerinden birisi

elbette ki Nur şakirtleri olabilir. Akşemseddin’in kendi dönemi

Nurcuları yani sufileri için söylediğini Gazali de kendi dönemine

uygular. Dalaletten Kurtuluş adlı eserinde hakkı arayan taifeleri ve

bölükleri saydıktan sonra sadece Sufilerin gerçek manada hak üzerine

zahir ve kaim olduklarını söyler. Zira tecerrüt ve ihlas

makamındadırlar. Bu topluluklardan birisi kelam alimleridir ve onların

derdi hakkı aramaktan ziyade hak adına galebe çalmaktır. Onlara göre,

hak daima kendi taraflarında batıl ise daima karşı taraftadır. Bundan

dolayı onlar bir nevi inhisarcı ve maniheisttirler. Gazali de kelamcı

olmasına rağmen hakperesttir ve bu bağlamda sıfatlar konusunda

Mutezile’nin anlayışını daha isabetli bulmuştur. Hakkı arayıp da

bulamayan ikinci grup ise batinilerdir ve bunlar yine hakikatin gizlice

kendi tekellerinde olduğunu vehmederler. Gazali bunlara talimiyye de

der. Bir başka bölük ise filozoflardır ve akıllarına itimatta ölçüyü

kaçırmışlar ve böylece akıl üzerinden nefislerinin tuzaklarına

düşmüşlerdir. Hakikatte isabet eden tek bölük olarak sufileri görür.

Hakiki sufilerin de kibrit-i ahmer gibi nadir olduklarını ifade eder.

Sadede gelecek olursak; Akşemseddin’in nurcularından günümüze bir

izdüşüm vardır. Hayatını bir nevi Akşemseddin araştırmalarına vakfeden

ve aynı zamanda kendisini nurcu olarak gören ve sayan Ali İhsan Yurd da

aslında kadim nurculuk ile cedit nurculuğun buluşma noktası ve

köprüsüdür. Bu kaderin bir remzidir. Bu anlamda, Akşemseddin’in

ifadesiyle iki dönem arasında bir mecmae’l bayreyn konumundadır.

Akşemseddin insanı zahiri ve batini denizlerin; mülk ile meleküt

aleminin buluşma noktası olarak görür. Ali İhsan Yurd da çalışmalarıyla

böyle olmuş ve iki dönem ‘nurculuğu’ arasında köprü vazifesi ifa

etmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi