Laiklik neden gündemden düştü?
“Bizim ideolojimiz iyidir”, “bizim laikliğimiz tanımlanamaz” diyenler bu soruya cevap vermekte zorlanıyorlar. Haklılar!
Türkiye’nin 20. Yüzyılını belirleyen “mağlubiyet ideolojisi”nin sonunun geldiğini onlara kabul ettirmek zor. Böyleleri için en acı ilâç bu. Onlar mağlubiyetimizle gurur duyan nesil çünkü.
Türkiye’nin 20. Yüzyıldaki ideolojisi, adı ne olursa olsun bir “mağlubiyet ideolojisi” idi.
Lozan’da galiplerin safında oturtulmayarak Türkiye heyetine mağlubiyet ikrar ettirildi. “Lozan Kahramanı İsmet Paşa”nın Konferansın adını değiştirmeye bile gücü yetmemişti! “Yakın Şark İşleri Konferansı”nda galip Batı’nın önünde diz çöktü; anlaşmayı şapka devriminden önce şapka giyerek, yani itaatini peşinen arz ederek imzaladı. Sınırları şöyle böyle tanıttı, fakat onların istediği gibi küçük, ulusal, dünyada hükmü olmayan bir devlet olmayı kabul etti.
Türkiye anlaşmadan sonra mağlupların yaptığını yaptı, galibin taklidine yöneldi. Millî Mücadele’nin anti-batı, anti-emperyalist tezlerini gömdü. Yeni tezler, galibin dünyasında var olabilmek için gerekenleri yapmak üzerineydi. Bunlara “devrim” denildi. Mağlubiyetimiz devrimlerle kutsandı. Müslüman olmamamız, İslâm dünyasının atıf merkezi olmamamız isteniyordu. Elbette Hıristiyan olamazdık, “laik” olduk! Türkiye Cumhuriyeti’nin Hilafeti taşıyacak, İslâm dünyasına hitab edecek gücü yoktu. Hilafetin kaldırılması, batıyla anlaşmanın mecburiyetlerindendi. Mağlubiyetimizi zafer olarak sunabileceğimiz bir ideoloji imal edildi.
Mustafa Kemal Paşa, fakir, açlık derecesinde fakir Anadolu’nun bağrında yeni başkent Ankara’da Onuncu Yıl Nutku’nda, “az zamanda çok büyük işler başardık!” diyordu. Türkiye’nin Onuncu yılda kişi başına millî geliri 1918 seviyesine, yani Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki seviyeye düşmüştü!
Mağlubiyet ideolojisi 20. yüzyıl Türkiyesini belirledi. Fakat 21. Yüzyılda bu ideoloji ile Türkiye’yi yönetmek imkânsız. Bu imkânsız darbelerle mümkün hâle getirilmeye çalışıldı. Olmadı. En son 28 Şubatla bir hamle yapıldı, o da yürümedi. Ergenekon hamlesiyle mağlubiyet ideolojisi yönetebilir hale getirilmeye çalışıldı, bunun da imkânsızlığı ortaya çıktı.
Türkiye ideolojik takıntılarından kurtuldukça dünyada kabul görmeye başladı. Komşularıyla, çevresiyle, bölgesiyle ilişkilerini müstakillen sürdürecek konuma geldi. ABD’nin Türkiye’nin siyasetini belirleme gücü nisbetinde, Türkiye’nin ABD’nin bölge siyasetini belirleme gücü oluştu.
Türkiyesiz bir Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar siyaseti belirlemek imkânsız. Türkiye kendi ideolojik prangalarını kırdıkça güçleniyor, bunu görmeyen bazı oligarşik kesimler, “hükümet laikliği gündemden düşürüyor” diye yaygarayı basıyorlar. Anayasa Mahkemesi iktidar partisini “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olarak mahkûm etmiş miş! Etsin bakalım! Anayasa Mahkemesi neyin odağı peki? Türkiye’nin geleceğini mahkeme mi belirleyecek? Hükümeti mahkeme üyelerinden oluşturalım öyleyse!
Beyler! Türkiye’nin 1920’lerdeki, 30’lardaki laikliği büyük düşmana karşı bir kamuflajdı!
Bunu nereden çıkarıyoruz?
Türkiye’yi yöneten altı okunda “laiklik” bulunan partinin değişmez genel başkanı, Ebedî Şefi Atatürk 1930 yılında tuttu Diyanet İşleri Reisi’ni partisinin Ankara il başkanı yaptı! Böylece ne yapmış oldu?
Laikçiler hadi Anıtkabir’e koşun! Orada Atatürk’ün size nanik yaptığını göreceksiniz!
Kitap hattı:
Ergenekon’un Şifreleri. Ali Erkan Kavaklı Ergenekon’u romanlaştırmış. Polisiye tadında bir roman. Olaylar, kişiler gerçek. Büyük bir dâvanın iddianamesinde yer alan bilgiler romanın konusunu teşkil ediyor. Bütün dünyada, edebiyatçılar aktüel olayları konu edinen eserler kaleme alırlar. Türkiye’de geniş bir 12 Eylül edebiyatı meydana getirilmiştir. Fakat, Türkiye’nin yakın geçmişinde önemli kırılmalara yol açan, sistemin kendini temyiz gücünü gösteremediği başörtüsü gibi konular yaygın bir edebiyat mevzuu haline getirilememiştir. Kavaklı’nın Ergenekon romanı bu bakımdan da dikkat çekici. (Populer yayınları, 0212 521 29 29)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.