Muhsin Yazıcıoğlu'nu siyaseten hatırlamak...
Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinin üzerinden 10 yıl geçti. Rahmetle yâd ediyoruz.
Türkiye’nin 20. Yüzyılı büyük sarsıntıların, büyük kopuşların asrı idi. Bu topraklardaki geçmişimiz Selçuklu-Osmanlı çizgisini takip ederek bugüne ulaştı. Anadolu Selçuklu Devleti doğudan gelen Moğol istilası ile yıkıldı, fakat yerini öyle bir güç aldı ki, Selçuklu’yu unutturdu. Osmanlı beyliğinin kısa süre içinde Bizans ucunda yükselmesi, dalga dalga yayılarak bütün coğrafyamızı kapsar hale gelmesi ve nihayet bir dünya devleti olarak tarihe damgasını vurması derin tesirler uyandırdı.
Osmanlı Devleti’nin bugüne de ilham verebilecek nizamının bozulması, dünya sistemine ayak uydurmakta yeterince başarılı olamaması üzerinde düşünmek gerekiyor. Buna rağmen, İslâm dünyasının kuzey batı ucunda bu devletin varlığı bütün Müslümanlar için gerçek bir teminattı. Osmanlı ayakta kaldıkça Müslüman dünya varlığından endişe etmedi. Bu dünya gücü en zor yüzyılında, 19. asırda bile büyük zorlayıcı değişimlere rağmen mazlum dünyanın ümidi olmaya devam ediyordu. Osmanlı’nın 20. Yüzyıla devreden mirası asla küçümsenecek gibi değildir. Sadece edebiyat, sanat ve kültür mirası dahi onun nasıl muazzam bir hayatiyete sahip olduğunu göstermeye yeterlidir.
Osmanlı Devleti’nin varlığı, sömürgecilerin dünya hakimiyetinin önündeki belli başlı engeldi. Bu sebeple onun yok edilmesi şarttı. Şark meselesi böylece halledilecek ve Müslüman dünya ve doğu tamamen emperyalistlerin kontrolüne geçecekti.
Birinci Dünya Savaşı sömürgecilere bu fırsatı verdi. Mağluplar safındaki Osmanlı Devleti önceden tasarlandığı şekilde parçalandı. Merkez topraklarında yeni bir devletin oluşması için mücadele vermemiz gerekti. Bu mücadele Osmanlı zihin muhtevası ile yapıldı, yani köklerimizden kopmadan yenileşerek var olmak. Bu muhtevayı besleyen inançtı, İslâmın değerleri idi; köklü tarih mirası idi. Zafer sonrasında Cumhuriyet ne yazık ki kesin bir kopuş olarak yapılandırıldı. Yeni devletin Osmanlı düşmanlığı zemininde kurulması bugüne kadar gelen zihnî karmaşaya sebebiyet verdi.
***
Bu topraklar üzerinde nasıl var olacaktık? Yalnızca Batıdan aktardığımız değerler bizi yaşatabilir miydi? Geleneksiz modernlikle, taklitçi batıcılıkla nereye kadar gidilebilirdi?
Cumhuriyet sonrası siyasi mücadelenin arka planını bu fikir zemini oluşturur. Çok partili siyasi hayata geçişten sonra millet çoğunluğu köklerden kopmadan devam etme yönünde tavır gösterdi. Bu zeminde siyaset yapanların bir kısmı yaptıkları işin farkında değillerdi belki, fakat farkında olanlar da vardı ve kuvvetli bir tarih şuuruna sahip Muhsin Yazıcıoğlu farkında olanların ön safındaydı. Bu farkındalık onu idealist bir toplum önderine dönüştürdü. Bir gençlik hareketinin içinde ortaya çıkan, darbe sonrası her türlü zulme ve güçlüğü göğüs geren Muhsin Bey, bazıları gibi şartlar normalleşince istikametini değiştirmedi. Davasına sadakati onun alışılmış siyasetçi olmasının önünde en önemli engeldi. Eğer Muhsin Bey araziye uysa idi, sağ siyasetin önemli bir figürü olurdu, zirveye yükselebilirdi. O davasının kahramanı olmayı seçti. Bu zor ve zahmetli yolda onun mücadelesi iktidara erişmek gibi yakın hedefleri ele geçirmek için değildi.
Doğru bildiği yolda giderken hep siyasetin tuzakları ile mücadele etti. Siyaseten zaferler kazanmadı, fakat milletin gönlünü kazandı. Onun varlığı günlük siyasetin ötesine geçme hususunda gerçek bir gösterge idi. Siyaseti siyaseten yapmayan bir dava adamı ruhu ile Nureddin Topçu’nun tabiri ile “millet mistiği” olarak şehadete yürüdü. Kaybı zaferinin ilanı gibi idi: Geçmişte ve ondan sonra son yolculuğuna giderken ona gösterilen benzersiz millet alâkası bu zaferi görünür hâle getirdi.
Ruhu şad olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.