“Osmanlı sizin bildiğiniz gibi değildi!”
Son şehzadenin cenazesinin 1920’lerdeki korku unsurlarının bugünkü Türkiye’nin büyük ölçüde meçhulü olduğunu ortaya koyduğunu belirtmiştik. Bu, eski korkulardan beslenen unsurların mevcudiyetini tamamen ortadan kaldırmıyor elbette. Bu unsurlar cenazeye Başbakan yardımcısının, bakanların, valinin, emniyet müdürünün, Cumhurbaşkanlığı genel sekreterinin katılmasını hoş karşılamamışlardır. Fakat bunu doğrudan söyleyecek bir ortam mevcut değildir. Katılımın çeşitliliğine bakarak korkularını dışa vurmakla yetinmek zorunda kalmışlardır.
En açık dışa vurdukları korku, bir hoca efendinin ve bağlılarının cenazeye katılmasıdır. Bazı gazeteler cübbeli sarıklı vatandaş resimleri çekerek gazetelerinde yayınladılar. Bazı köşe yazarları, sütunlarında bahsettiler. Şehzade on sene önce vefat etse ve bu haberler gazetelerde çıksa idi 28 Şubat havası ile kıyametler kopardı. Şimdi sadece yazılmış oldu! Meğer İsmailağa Cemaati’nin büyüğü Mahmut Ustaosmanoğlu da o yaşlı ve hasta haliyle cenazeye katılmış. Dolayısıyla, müntesipleri de oradaymış!
Hadi Hoca Efendi’nin cenazeye katılmasını soyadı benzerliğine verelim! Her kesimden vatandaşın katılmasını neye yoralım peki? Sırf son şehzadenin kişiliğine değil elbette! Bu ülkeye, millete büyük hizmetler etmiş bir hanedanın bu vesileyle yâd edilmesi, tarihle barışmak için bu cenazenin fırsat bilinmesi şaşırtıcı görülmemeli!
Biz böyle diyoruz ama, bazılarınca şaşırtıcı görüldüğü kesin! Çünkü, malûm basının kıdemli erken uyarıcıları, transfer kalemşörleri ve eş durumundan yazarları mevzuya dalmaktan geri kalmadılar. Osmanlı hanedanının aslında halkın bildiği gibi olmadığı, dine diyanete ilgisiz oldukları, Cumhuriyetin laik sosyetesi ile aralarından bir fark bulunmadığı, içkilerden viskiyi tercih ettikleri, bu arada Osmanlı padişahlarının da aslında içkici oldukları vs. yazılıp durdu.
En şiddetlisi, din karşıtı tutumları konusunda ortaya sürülen tezlerdi. Dincimiz, şeriatçımız, muhafazakârımız, sağcımız kendileri ile “Osmanlı hanedan mensupları” arasında fark olmadığını, Hanedan mensuplarının da şeriatçı olduğunu sanırlarmış...
Kimin neyi nasıl sandığı bahsi diğer; fakat burada bir “şecaat arzı” yok mu: “Cumhuriyet, toplumsal model olarak neyi getirmek istiyor idiyse... Hanedan çoktan o modele adapte olmuştu... Yani “Cumhuriyet” ile “Osmanlı Hanedanı” arasında kültürel açıdan bir çelişki yoktu... Osmanlı’nın son döneminde saray ve üst sınıf hayat tarzı ile cumhuriyetin benimsediği hayat tarzı aynı idi...”
Cumhuriyet’e geçişin temel gerekçesi “muasır medeniyet” değil mi? İrticai Osmanlı monarşisinden ileri cumhuriyet idaresine geçildiği her fırsatta ifade edilmiyor mu? İşte buna şecaat arzederken...denir!
Osmanlı hanedanı bavullarını toplayıp Türkiye’yi terke mecbur kaldı. Diğer ülkelerin hanedanı gibi yurt dışına hazine kaçırmadı. “Hain” Vahidetdin Türkiye’yi terk ederken törenlerde kullanılan ve hazineden senetle çıkarılan mücevherli saati iade etti ve senedi geri aldı. Bilmeyenler için bir daha hatırlatalım: Vefat ettiğinde tabutuna haciz konuldu! Hanedan mensupları yokluk ve sefaletle imtihan edildi. Yarım asırlık törpülenmeden sonra yurda dönenlerin, yanaşık düzen göstermekten başka seçenekleri yoktu. Zaten hanedanlık göstermeleri de beklenmiyordu. Onlar millete şanlı cedlerini hatırlatmaktan çok, Cumhuriyet oligarşisinin insanlara neler yapabileceğini hatırlatıyorlardı.
Öyle anlaşılıyor ki, Esad Hoca’nın Süleymaniye haziresine defnini engellemek için hanedanın hanım üyelerini birileri devreye sokmak istemiş. Ve o hanımefendi zamanın Başbakanına mektup yazmış. Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu üzerine bu mektubu göndermekten vazgeçmiş. Ama birilerine nasılsa gönderilmiş!
Orada o hanımefendi diyormuş ki, “Süleymaniye Mezarlığı tarikat mezarlığı oldu... Alâkasız kişiler buraya defnediliyor. Eğer Esat Coşan buraya gömülürse, büyük büyük dedemiz Kanuni Sultan Süleyman ile büyük büyük annemiz Hurrem Sultan’ın mezarlarını Süleymaniye’den çekeriz”...
Eğer o hanımefendi gerçekten böyle bir dil kullandıysa, söyleyeceğimiz şey şudur: Bütün soyların akıllıları da ahmakları da olur! Bu ifade, hiç şüphe yok ki hamakat arzının esaslı nümunelerindendir!
Sultan Süleyman’ın soyundan gelmek onun maddî, biyolojik varisi olmayı sağlayabilir, fakat manevî varisi yapmaz. Onu Kanunî ve dönemi hakkında cehaletten kurtarmaz.
Kanunî tarikat mensubu idi desem; şeyhlere, bu arada Beşiktaş sırtlarında yatan Yahya Efendi’ye çok saygı duyduğunu söylesem, bu hanımefendi ne diyecek? Kanunî’nin kendi adına yaptırdığı Süleymaniye camiinin temelini Şeylülislam Ebussuut Efendi’ye attırdığını, kendisine “halde haldaşım, sinde (yaşda) sindaşım, âhiret karındaşım, tarik-i hakda yoldaşım” diye hitab ettiğini, onun fetvalarıyla gömülmek istediğini hatırlatsam?
Eğer bu hanımefendi bu mektuptan sonra Kanunî türbesini ziyaret etmişse, kubbede yankılanan çok kuvvetli bir “defol!” nidası duymuş olmalıdır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.