Bu tuhaf adam da nerden çıktı?
Herkes yazdı da, ben neden yazmadım? Başbakan’ın kongre konuşmasında, devletin lanetlediği on üç ismi zikretmesi beni heyecanlandırmadı mı?
Heyecanlandırdı.
Konuşmayı da çok beğendim.
Fakat ben, “yapılan” konuşmayla değil, daha çok “yapılmayan”, bu gidişle de hiç yapılmayacak konuşmayla ilgiliyim.
Bu “yapılmayan” konuşma Baykal’a ait.
Henüz yapılmadığı, yapılacağına ilişkin bir emare de bulunmadığı için, hazır yapılmış konuşma üzerinden gidelim.
Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın konuşmasını beğenmemiş.
İtirazını iki başlık altında dile getiriyor:
BİR- Liste eksik... Daha farklı kişilere de yer verilebilirdi.
İKİ- Başbakan cama bakarak konuşuyor.
İkinci itiraz kaleminin bir ciddiyeti yok ama, hadi birkaç laf edelim, Kılıçdaroğlu’nun gönlü hoş olsun.
Siyasetçiler isterlerse metne bağlı olarak konuşurlar, isterlerse “One Man Show” yaparlar. Kendi bilecekleri iş...
Baykal, bu ikincisinden çok sık yapıyor; bir metne bağlı kalmadan, natıkasına dayanarak, çok uzun, çok sıkıcı konuşmalar yapıyor. Bazen su katılmamış bir “demokrat” oluyor, bazen iflah olmaz bir “militarist” kesiliyor. Çok cümle harcıyor, ama dişe dokunur bir şey söylemiyor.
Kılıçdaroğlu’nun “cam” eleştirisi şu noktaya istinat ediyor sanırım:
Başbakan, irticalen konuştuğunda kendisi olabiliyor; yani bol bol “pot kırıyor.” Dolayısıyla, cama bakarak yaptığı konuşmayı “sahih düşünceleri” saymamak lazım...
Böyle demiyor da, demeye getiriyor.
Erdoğan metinsiz konuştuğunda pot kırıyor olabilir.
Baykal, bir metne bağlı kalarak konuştuğunda da pot kırıyor.
Mesela, “Anayasayı yasakların tarifi olmaktan çıkartmak, onu bir özgürlük belgesine dönüştürmek, demokrasiyi bütün özellikleri ve güzellikleriyle gerçekleştirmek, demokrasinin kesintilere uğramasını önlemek, 12 Eylül ve benzerlerini sorgulamak ve tarihe terk gömmek için varız” diyor.
Dolayısıyla, pot kırıyor...
Biz biliyoruz ki, Baykal’ın anayasayı bir “özgürlük belgesine” dönüştürmek diye bir derdi yok...
Darbelerle yüzleşmek, 12 Eylül ve benzerlerini tarihe gömmek diye bir derdi de yok.
Demokrasiyi bütün özellikleri ve güzellikleriyle gerçekleştirmek diye bir derdi de yok.
Hele, demokrasinin kesintiye uğramasını önlemek diye bir derdi hiç yok.
Kılıçdaroğlu’nun ifadesiyle “cama bakarak” konuştuğunda mangalda kül bırakmıyor, ama sıra uygulamaya gelince “Bu anayasa değişikliği de nerden çıktı? 301’e dokundurtmam, YÖK’ün statüsünü tartıştırmam, darbecimi ezdirtmem, Silivri’ye selam olsun” diye feveran ediyor.
Kılıçdaroğlu’nun bir itirazı da “listenin eksikliği” ile ilgili.
Nazım varmış da, niçin Sabahattin Ali, Nihal Atsız ve Parvus Efendi gibi “değerlerimiz” yokmuş!
Hadi Sabahattin Ali ve Nihal Atsız’ı anladık da (ikisi de CHP tarafından perişan edilmiştir) Parvus efendi de nerden çıktı?
Bu ne olduğu, kimin hesabına çalıştığı bilinmeyen tuhaf “silah taciri” de nerden çıktı?
Bu, hem Troçkist hem Marksist, hem Türkçü hem Osmanlıcı, hem İttihatçı hem Cumhuriyetçi, hem sosyalist hem kapitalist “savaş spekülatörü” de nerden çıktı?
Kılıçdaroğlu Parvus Efendi’yi “değerlerimiz” arasında sıralıyor.
O zaman “İttihatçısınız” dediğimizde bozulmayacaksınız, yerinizi ve konumunuzu bileceksiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.